Ana içeriğe atla

Üretimin olmadığı yerde adalet olur mu komutanım?

Hatay'ın Kırıkhan ilçesi, Kazkeli köyü. 

Jandarmalarla çiftçiler karşı karşıya; ortam gergin, en küçük bir kıvılcım ateşe dönüşebilir.

Mesele, tarlasını sulamak isteyen çiftçilerin, yapılan fahiş zamlar nedeniyle, bunun için kullandığı elektrik faturasını ödeyememesi. Elektriği kesmeye gelen şirket (bu olayda bir Sabancı şirketi), dirençle karşılaşınca vatandaşın karşısına jandarmayı dikiyor.

Çiftçi komutana soruyor; "Asker bizim sınırımızı, güvenliğimizi korur. Niye şirketin savunuculuğunu yapıyorsunuz?"

Jandarma komutanının yanıtı uyarı tonunda; "hakkınızı yasal yollardan arayın".

Çiftçiler geri adım atmadan soruyor; "Üretimin olmadığı yerde adalet olur mu komutanım? Ben tarlamı sulamazsam ekinim kurur. Ailemi nasıl geçindireceğim? Aç kalırım o zaman."

Bu manzaranın ülkemizin dört bir köşesinde her gün onlarcası yaşanıyor. Kimisi evini, iş yerini aydınlatmak, kimisi küçük atölyesini çalıştırmak, kimisi de tarlasını sulamak için kullanmak zorunda olduğu elektriğin faturasını ödeyemiyor ve elektriği kesiliyor.

Aslında, Kazkeli çiftçilerinin "Üretimin olmadığı yerde adalet olur mu komutanım?" sorusu herkesin duyacağı bir çığlığa dönüşebilse, tüm Türkiye'de karşılık bulacaktır.

Türkiye'de bu çığlığın kopması ve yayılması için gerekli enerji fazlasıyla mevcut ama, sesi fazla çıkmasın, çıkan da yönelmesi gereken yere yönelemesin diye kerli ferli siyasetçiler tutuşmuş bir şekilde kendilerini paralıyorlar, bu çığlığı da kendi yelkenlerine rüzgar yapmaya çalışıyorlar. Konuya girmeden önce, aynı filmin eski bir versiyonundan bahsederek başlayayım:

25 Ocak 2015 tarihinde yapılan Yunanistan seçimlerinde kendine 'radikal sol' diyen Çipras'ın partisi Syriza birinci çıkmıştı. Bunun üzerine CHP'si, ÖDP'si, HDP'si sınıra kadar giderek bunu kutlamışlardı. Ben de, seçimden 2 gün sonra Oda Tv'de yazdığım yazıda 'Yunanistan'da sol kazandı diyenler mahcup olacaklar' diye uyarmıştım.

Neden böyle düşündüğümü de şöyle anlatmıştım;

"Syriza, Yunan halkının çıkarlarını savunmak yerine, faturayı onların sırtına saracak."

Öyle de olmuştu.

Kendisine 'radikal sol' diyen, insanların kitleselleşerek sokaklara, meydanlara taşan umudunu, enerjisini emerek iktidara gelen Syriza'nın ilk işi, kemerleri daha da sıkan kararlar almak olmuştu. Syriza içinde iyi niyetle bağımsız bir politika uygulamaya çalışanlar istifayı basmış, halk yanıldığını, yanıltıldığını anlamış ve yeniden sokaklara dökülmüştü ama iş işten, atı alan da Üsküdar'ı çoktan geçmişti.

Yunanların başına ne geleceği/getirileceği hakkında bu kadar kesin konuşmamın nedeni, bizim bu filmi 2001 yılında görmüş olmamızdan kaynaklanıyordu.

Kazkeli'ye dönecek olursak, bu köyün de içinde bulunduğu Amik ovası, tarımsal üretim için ülkemizin en değerli alanlarından birisi. Siyaset (devlet) ülkemizin en verimlilerinden olan bu ovada tarımla uğraşan çiftçinin sulama sorununu çöz(e)mediği için, çiftçiler, tarlalarını açtıkları kuyulardan elde ettikleri su ile suluyorlar. Bunun için elektrik gerekli, ama çok pahalı. Bazılarının hasatta elde edecekleri buğday, bırakın ev geçindirmeyi, elektrik faturasını karşılamaya bile yetmiyor.

Bunun için ya elektrik fiyatlarında indirim yapılacak ya da çiftçinin su ihtiyacı karşılanacak. Devlet ikisini de yapmıyor. Bu durumda, çiftçi elektriği (kaçak) kullanarak su çıkarıp buğdayını kurtarmadığı takdirde, ailesini geçindireceği ürününün kurumasını seyredecek.
 
Hâl böyle olunca çiftçiler elektriği kestirmek istemiyor, şirket ise ısrarcı.

Maraza çıkmaması için çiftçilere "hakkınızı yasal yollarla arayın" diyen askerin uyarısı yol gösterici;
Evet, çiftçi hakkını aramalı!

Aramalı ki elektrik faturasının neden ödenemeyecek duruma geldiğini öğrenmeli. Elektrik olmadığı için su çıkaramadığından ekininin tarlada kalmasına sebep olanları bilmeli. Gübre fabrikalarını satanları, Ziraat Bankası'nın çiftçiyi desteklemesini engelleyenleri de...

Binbir zorlukla ürettiği ürününü adil bir fiyatla satmasını sağlayan taban fiyat uygulamasının kaldırılarak TMO'dan önce tüccarın, tefecinin eline düşmesine ve dolayısıyla açlığa mahkum olmasına neyin yol açtığını da öğrenmeli.

Onlarca yıl önce başlayarak en sonunda Kırıkhan'daki çiftçinin tarlasına kazdığı kuyuya kadar giden bu hikayede kimlerin sorumluluğunun olduğunun belirlenebilmesi için, hangi yasaları kimin ne zaman ve niye çıkardığı, kimlerin neden ve nasıl uyguladığı gibi sorulara doğru yanıtlar üretilmesi gerekiyor.

'Kör tuttuğunu yakalar' deyişindeki gibi; 1980 darbesi sonrası yapılan uygulamaları Özal, 1994 yılındaki yıkıcı devalüasyonu Çiller-Karayalçın ortaklığı, 2001'deki faciayı Ecevit, Yılmaz, Bahçeli'nin şahısları ve partileri ile başlatıp bitirirsek, şimdi yaşanılanları da AKP ve Erdoğan ile açıklamak bu fasit dairenin dışına çıkmaya imkan vermiyor.

Yıkımın sorumlularını parti, iktidar, dönem ayrımı yapmaksızın tespit ve ifşa etmek adına 2018 yılında "Neoliberaller CHP'yi nasıl ele geçirdi?" adıyla bir kitap yazıp, yayımlamıştım. Bu kitabın kaynakçası dahi aslında gerekli cevabı sunuyor: 




Filiz Çuha Zabcı - Kral Devletten Ulus Devlete, Sonay Bayramoğlu - Yönetişim zihniyeti: Türkiye'de Üst Kurulların ve Siyasi İktidarın Dönüşümü, David Harvey - Yeni Emperyalizm, Mahfi Eğilmez - Küresel Finans Krizi, Doğan Avcıoğlu - Türkiye'nin Düzeni, Mete Gündoğan - Narkoz, Gülten Kazgan - Liberalizmden Neoliberalizme, Osman Çutsay - Gölge Oyunu Biterken AB: Avrupa Almanya'sı ve Türkiye, Ekonomi, İlker Belek - Sağlıkta Dönüşüm, Halkın Sağlığına Emperyalist Saldırı, Birgül Ayman Güler - Türkiye'nin Yönetimi, Yapı, Hikmet Ulugbay - İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e, Korkut Boratav - Yeni Dünya Düzeni Nereye? ve Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, Erol Bilbilik - Derin Dünya Devletinin Adamları, Necdet Oral - Türkiye Tarımının Ekonomi Politiği, Vladmir İ. Lenin - Nisan Tezleri, Ayşegül Sabuktay - Mülksüzleştirmenin Yönetimi, Soner Yalçın - Saklı Seçilmişler.

Bu kitapta, AKP ve Erdoğan'ın yıkımdaki sorumluluklarının çok büyük olduğunu, ama meselenin onlarla başlamadığını ve onlarla sınırlanmayacak kadar da derin olduğunu anlatmıştım.

Kısa bir örnek vermem gerekirse, tarımda üretimi ve çiftçiyi destekleme politikalarından vazgeçilerek doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesi, 9 Aralık 1999 tarihli 17. stand-by mektubunda taahhüt edilmişti. Bunu yapan ise DSP-ANAP-MHP koalisyonuydu ve yıl da 1999'du. Bunu yasa sonucunda, 1999 yılında 4.2 milyar dolar seviyesinde olan çiftçilere yapılan toplam destekleme, sadece 2 yıl sonra, 2002 yılında, neredeyse 4 kat azalarak 1.2 milyar dolara düştü.

Bu sadece çiftçinin gelirini 4 kat düşürmedi, aynı zamanda gelir desteği kompozisyonunu da tekleştirdi. 2002 yılında kredi ve gübre desteği yanında Tarım Satış Birlik ve Kooperatiflerine olan desteği de sonlandırdı. 1.2 milyar dolar olan desteğin yüzde 53'ü de ekim yapmayan çiftçilere ödenen doğrudan gelir desteği şeklinde olmuştu.

2002 yılı öncesine dikkat çekmemin sebebi, elbette ki, AKP ve Erdoğan'ı korumak değil.

Zaten, 4 Şubat 2002- Ocak 20005 tarihleri arasında gerçekleştirilecek taahhütler için IMF'ye verilen niyet mektuplarında, 16.06.2000 tarihli 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri hakkındaki kanundaki 5330 sayılı ve 06. 04. 2005 tarihli değişiklik, ile 4628 sayılı 03 03 2001 tarihli Elektrik Piyasası Kanunu ve 4694 sayılı değişikliklerin bir bölümünü, ekonomiden sorumluluğu döneminde Ali Babacan'lı AKP iktidarı gerçekleştirip uyguladı.

Görüldüğü gibi niyet mektupları ve imzalanan anlaşmalardaki tarihler, hükümetler değişse de politikaların değişmediğini gösteriyor.

İşte Hatay - Kırıkhan Kazkeli'nde, çiftçileri şimdilik askerle ve korkarım ki yakın gelecekte de açlıkla karşı karşıya getirecek sonuçları yaratan, yukarıda tarih ve numaralarıyla verdiğim yasalar, sadece tek bir partinin sorumluluğunda değil. Bu, 1980 yılında başlatılan ve o tarihten sonra da istisnasız tüm partilerin işbirliği ve iradesi ile uygulanan ekonomi politikalarının sonucu.

1994 yılında Gümrük Birliği anlaşmasına imza koyan DYP/SHP ortaklığı, 1999 yılından itibaren DSP/ANAP ve MHP ortaklığı, IMF ve Dünya Bankası'nın talimatları uyarınca 15 günde 15 yasayı çıkartan ve daha sonra da, olur ya tüm bu mülksüzleştirme sonrasında seçmen o yöne kaçarsa 'orası da elimizin altında olsun' denilerek Kemal Derviş'in Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı yapıldığı CHP ve 20 yıllık AKP iktidarı, hepsi birden zincirin birer halkaları.

Birisi Tarım Birliklerini kapattı, diğeri Ziraat Bankası'nın çiftçiyi desteklemesini durdurdu, bir diğeri elektrik üretim ve dağıtımını özel şirketlere peşkeş çekti, bir ötekisi gübre fabrikalarını sattı, sonra gelen yerli tohum kullanımını yasaklayarak çiftçiyi, üreticiyi perişan etti ve nihayetinde köylünün yerinden yurdundan olmasına sebep oldu.

Bu yazıyı okuyanlar arasında, geçmişte devletin tarıma verdiği desteklerin verimsizliğine dikkat çekerek rakamlar ve örnekler vererek bana itiraz edenler olacaktır ve haklılık payları da vardır. Ancak üzerinde konuşularak, tartışılarak oluşturulacak ulusal ancak modern bir tarımsal politika yerine dışarıdan dikte edileni hazır ola geçip uygulamak, diğer her şeyden önce ilk olarak itiraz edilmesi gereken nokta olmalıdır.

Üretimi, planlamayı, kamuyu yok sayan, yok eden siyasi ve ekonomik ezberlerle ülke veya parti yönetmek, pusulanın her daim şaşkın bir şekilde yanlış bir yönü göstermesine sebep olacaktır.

Yüzünü batıya dönmeyi, batıdan gelen her talebi kabul etmek zannedenlere, Avrupa Birliği'nin kendi batısına, yani ABD'ye, çıkarları söz konusu olduğunda nasıl direndiği örneğine bakabilirler:

Tarihin en büyük ikili ticaret anlaşması olması planlanan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşması, anlaşma kapsamında Avrupa Birliği'nin tarım sektörünü liberalize etmesi, tarımsal destekleri ve diğer korumacı kanunları kaldırması için ABD'nin yaptığı baskıya Avrupa ülkelerinin direnmesi sebebiyle yıllardır imzalanamamıştır.

Avrupalının çiftçisi çiftçi de bizimki ne? Avrupa ülkeleri kendi çiftçisini sübvanse edince problem yok da bizim çiftçimizi destekleyince mi serbest piyasaya aykırı hareket etmiş oluyoruz?

Yazıyı, Yunanistan seçimleri örneğine bağlayarak bitirelim;

Yunanlar, kendilerine radikal sol diyen, halkının çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini düşündükleri bir partiye güvenip oy vermiş ve sonrasında aldatıldıklarında iş işten çoktan geçmişti.

Ama bizim için hala bir umut olabilir; çünkü elektrik şirketlerini, gübre fabrikalarını satanları, yabancı tohumu zorunlu kılanları, Ziraat Bankası'nın çiftçiye desteğini kesenleri, meraları yok edenleri, okulları kapatarak köylüleri ucuz iş gücü olarak büyükşehirlere gitmeye mecbur bırakanları ve bu politikaları muhalefetteyken de destekleyenleri tanıyoruz elbette. 

Sonuçta bizler;

Bunlar engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar aşımıza ekmeğimize,
Göz koyanlardır...
Tanı bunları,
Tanı da büyü...

diyen, bu toprakların büyük şairi Ahmed Arif'in zihni mirasçılarıyız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen