Ana içeriğe atla

28 Mayıs: Ateşe yürüyen adam için son çıkış

14 Mayıs seçimlerinde Kılıçdaroğlu'na oy vermiş ve oy verme çağrısında bulunmuş olsam da, Erdoğan'ın seçime giderken seçmene daha bütünlüklü mesajlar verdiğini gözlemliyordum. Bu durumun nedenini ve nasılını buradan defalarca yazdığım için tekrara gerek yok. Ancak Erdoğan daha fazla oy alsa da işi ilk turda bitirecek oyu toplayamadı. Şimdi ise, eğer birinci turdaki yenilgiyi doğru analiz edebilirse, Kılıçdaroğlu'nun hala Cumhurbaşkanı seçilebileceğini düşünüyorum.

Yok, işime öyle geldiği için yeni bir hesaplama yöntemi geliştirip, kazanmak için gerekli yüzde 50 baremine yüzde 49.50'nin değil de yüzde 45'in daha yakın olduğunu iddia eden bir zihni sinir teori ortaya atacak değilim. Ya da bizim mahallenin seçimi aldık ama sandıkta kaybettik korosuna katılacak da değilim. Onursal Adıgüzel ile Tuncay Özkan'ın tez kellesi alına cephesine de üye değilim. İşaretler iyi görünmese de, her iki ismin de işlerini iyi yapıp yapmadıklarını bilmiyorum, ama partinin mevcut siyasi ve ekonomik çizgisine bir ağırlık koyduklarına dair emare bulunmadığı ve bu kuvveti uygulama potansiyeli de taşımadıkları düşünülürse, sonuçlara ciddi bir etkilerinin olduğunu düşünmüyorum. Keza gönderilen reklamcı dahil, kim gönderilirse gönderilsin ya da kim iş başı yaptırılırsa yaptırılsın, aşağıda tartışacağım köklü değişiklikler yapılmadığı sürece sonuca bunların etkisinin olmadığını ve olmayacağını da düşünüyorum. Madem buraya girdik, isimler (Adıgüzel ve Özkan) üzerinden sürdürülen tartışmanın iki nedeni var gibi görünüyor: Bu isimlerle kişisel meselesi olanlar, onları yenilgi ile ilişkilendirerek bu iki isimle hesaplaşma içindeler. Yenilginin gerçek nedenleri üzerine bir muhasebe yapılamamasını isteyenler ise, parti içinde her yenilgi sonrası oynanan tavşana bak oyunu için aktör yaratma zahmetine bile girmeden, önüne gelenin vurduğu bu iki ismin gündemden düşmemesini sağlayarak, yenilginin asıl faillerini gözden ırak tutuyor olabilirler.

Bu bahsi kapatırken, şimdilik yeri ve zamanı olmadığı için erteleyeceğimiz, Kılıçdaroğlu'nun kandığı, kandırıldığı ya da bilerek lades dediği iki konu başlığını daha dikkatinize sunup devam etmek istiyorum:

Birincisi, CHPye oy veren seçmen ve örgütler mutsuz. Çünkü, kendi aralarında milletvekilliğine layık ve bunu bekleyen binlerce kişi varken, toplamı yüzde bir edip etmediği muallak olan DEVA, Gelecek ve Demokrat Parti'den tamı tamına 38 kişi milletvekili yapıldı. (Partiye yakın kaynakların OdaTv'ye aktardığına göre Kılıçdaroğlu'nu bu partilere milletvekilliği dağıtılmasının CHP'ye ve kendisinin seçilmesine katkı sağladığı yönünde raporlar sunarak ikna eden kişi, Yöneylem araştırma şirketi sahibi Veysi Fidan. Aynı şekilde, Murat Ağırel'in, 'Araştırma şirketleri Kemal Kılıçdaroğlu'nu Erdoğan'ın izlediği negatif propaganda konusunda yanılttılar.' diyerek işaret ettiği araştırma şirketi de Yöneylem mi bilmiyoruz ama CHP'li belediyeler ve parti yöneticileri ile kurduğu özel ilişkiler dikkate alındığında bu tamamen mümkün görünüyor. Bu kadar bilinenin arasında, birinci turdaki yenilgiye ve her biri birer skandal seviyesindeki bir çok hataya rağmen pişmanlık emaresi göstermeden akıl aldığı ve uyarılmasına rağmen yanında tuttuğu isimler düşünüldüğünde göz göre göre ateşe yürüyen Kılıçdaroğlu'nun durumu bol bol tartışılacaktır.)

DEVA, Gelecek, Demokrat ve Saadet partilerinin toplam oyu bir TİP kadar bile ölçül(e)mezken Kılıçdaroğlu'nun bu küsurat partilerinden bir masa kurup, onlara bol keseden milletvekilliği dağıtmasının şekil şartının yerine getirilmesi açısından yukarıdaki ilişkiler kullanılmış olabilir, ancak daha masanın ilk kurulduğu andan bu yana bu partilerin TBMM'ye taşınarak önümüzdeki süreçin asli oyuncuları haline getirilmesine dönük daha büyük bir resmin parçası olduğuna dair işaretleri yazdığım hatırlanacaktır.

Dolayısıyla, Erdoğan gitsin ama Türkiye'deki ana akım siyaset iklimi değişmesin isteyenlerin isteklerinin Kılıçdaroğlu ve CHP üzerinden gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Tüm bu siyasi ve toplumsal mühendislik çabalarının kokusunun fazlaca çıkmasının, Erdoğan'ın Millet İttifakına yönelik yaptığı negatif propagandanın seçmen nezdinde başarılı olmasında ciddi katkısı olduğunu düşünüyorum.

Tüm bunlara rağmen, birinci turda Erdoğan'ın kazanabileceğini düşünürken ve bunu da birden çok kez gerekçeleriyle yazmışken, şimdi birinci tur sonucu doğru analiz edilirse, ikinci turda tam aksi bir sonucun ortaya çıkabileceğini düşünmemin ise iki nedeni var.

Birincisi, girdiği her seçimi kazanma tecrübesiyle namlanan Erdoğan'ın, 'Ne yapar eder yine seçimi alır, koltuğu devretmez' ikliminde girilen 14 Mayıs seçimlerinde bu kez bunu gerçekleştiremediği gerçeği. Erdoğan'ın ipi göğüslemesi için 0.50'lik bir seçmenin oyuna ihtiyacı varsa da, evet, o oyu alamadı ve kazanamadı. Kılıçdaroğlu'nun ikinci turda seçilme şansını arttıran ve aslında bence ilk kez kazanma şansını yaratan şey ise, daha seçim takvimi başlamadan çok önce katsayı, bayram ikramiyesi, eğitim harçlarının faizlerinin silinmesi, işçi, memur ve emekliler başta olmak üzere toplumun yoksul kesimine girenlerin maaşlarında yapılan artışlar ile EYT'liler olarak bilinen kümenin taleplerinin karşılanması ve daha bir çok konuda 'Kılıçdaroğlu öneriyor Erdoğan yapıyor' algısının ortaya çıkmasına neden olan adımlarla yayılan ve derinleşen yoksulluğu gidermek yerine veren el olarak kahramanlaştırılmaya çalışılmasının, kitleleri kazanacak ölçüde ikna etmeye yetmediği gerçeği. Bunun, Erdoğan'ın tüm bu 'bahşettiklerine' karşın iktidarının pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterdiğini ve eğer Kılıçdaroğlu üstü örtülen gerçeği görünür kılarsa seçimi kazanabileceğini düşünüyorum.

Elbette para dağıtarak oy toplama stratejisi Erdoğa'a kaybettirmedi, ama kazandır(a)madığını da ortaya çıkardı. Bu sebeple bence ikinci turun anahtarı, Erdoğan'ın neden yenilmediği sorusuna aranacak yanıtta değil, muhalefet neden kazanamadı sorusuna verilecek yanıtta. Bu itibarla muhalefet, yalnızca Sinan Oğan'ın nezdinde kümelenen seçmenin iradesini oluşturduğunu varsaydığı sorunları gündemine alarak daha görünür olmasını sağlayıp bundan muzdarip olanların kendisine oy vereceğine dönük bir seçim stratejisi ile yine beklediği sonuca ulaşamayabilir. Kılıçdaroğlu eğer seçim kazanmak istiyorsa, ne kendisinin ne de Erdoğan'ın şimdiye kadar ağzına al(a)madığı, her ikisinin de söylemeye dilinin var(a)madığı, böylelikle de sonuçta hangisi kazanmış olursa olsun aslında değişmeyecek olan meselelerin özüne dönük bir politik aks inşasına gidebilmesi gerekiyor.

Bunun kolay ve belki de hemen sonuç alabilinecek bir şey olmadığını elbette biliyorum ama başka bir seçeneğin de mümkün olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki birinci turun sonuçları, seçmenin hala alternatif ve doğru bir siyasi iradeyi beklediğini, bunun işaretleri için kulak kabarttığını bas bas bağırıyor.

Geniş halk kitlelerinin yaşam kalitesini etkileyen/belirleyen sorunların kaynağının tartışılıp konuşulması yerine 'Kılıçdaroğlu öneriyor Erdoğan yapıyor' denilen, her seçim öncesinde ulufe dağıtır gibi para dağıtıp, kangren olmuş yaraya pansuman etkisinde çözümler aramanın seçmeni ikna etmeye yetmediği ortada. Bu pansuman işe yarıyor olsa, Erdoğan'ın bu seçimi birinci turda kazanması gerekirdi. Yetmiyor, çünkü, asıl olarak yaşanılan sorunların nedenleri üzerine tartışıp konuşabilmek gerekiyor. Muhalefet bunu bir türlü yap(a)madığı, aksi gibi Erdoğan'ın negatif propagandasına gerek açıklamaları, gerek kadrolarıyla malzeme üstüne malzeme verdiği için geldiğimiz noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Sorun bu kadar ortada ve yanıtı da çok net iken, ne partilerinin programlarında, ne seçim meydanlarında, ne de televizyon programlarında bu yıkımın asıl nedeni olan şeyin ne olduğu sorusu sorulmuyor, bunun yanıtı aranmıyor ya da yanıt verilmiyor. Bunun sebebi ise unutkanlık ya da konunun önemsiz olması değil.

İktidar ve muhalefetçe elbirliği ile ülkenin kangreni haline getirilmiş kimlik temelli milliyetçilik ve herkesin üzerinde tepindiği mezhep tartışmalarıyla zihinler lime lime edilirken, insanların duymak istediği sığınmacı problemi birinci turda milliyetçi damarı kaşıyanlar dışında seçimin ana gündemine gerçek anlamıyla giremedi. Bugün ikinci tura girilirken ise bu problemler sanki birden yoktan var olmuş gibi siyasetin merkezine taşındı. Kaçak yollardan ya da başka bir ifade ile iktidarın rızasıyla ülkeye sokulanların toplumda yarattığı öfkenin ortaya çıkardığı seçmenin, başka kimse kendisini dinliyor görünmediği için mecburen aktığı kanallar bugün kral yapıcı olarak adlandırılır oldu. Bu seçmenin talibi olmak bugün popüler bir seçenek gibi görünebilir. İkinci turu aşmak için o oya ihtiyacı olduğuna inandırıldığı anlaşılan Kılıçdaroğlu da birinci turda bu mesele üzerinde daha yumşak tonda konuşurken, belli ki ikna edilmiş ve daha sert bir çizgi izleyeceğini vaadederek, derhal çözüm aşamasına taşınmış görünüyor.

'Derhal çözüm aşaması'na gelmek, meselenin özünden uzaklaşmak ve onlarca yıldır örülerek uygulanan politikaları görmezden gelerek ve hatta katkı vererek ortaya çıkan sonuca ilişkin suyun akışına kapılarak tavır almak, seçmen tarafından inandırıcı bulunacak mıdır, öncelikle sorulması gereken soru bu. Güçlü ikilemler karşısında davranışlarını ahlak ilkelerine ya da düzenli bir düşünceye göre değil, kişisel çıkarlarına en uygun düşecek biçimde ayarlayan tutuma oportünizm deniyor. Seçmen arasında ise buna rüzgarın estiği tarafa göre bağrını açmak deniyor olsa gerek. Kitleleri gerçekten ikna edebilmek için ise samimi bir özeleştiri ve çıkarlara göre değil, ilkelere göre dizayn edilmiş bir politikanın sözünü vermek gerektiğini düşünüyorum.

Toparlayacak olursam, AKP/MHP bloğundan kopan seçmenler için Erdoğan'a karşı koç başı olarak İYİ Parti'yi kullanması salık verilen, yine Erdoğan sonrası Erdoğan rejimi için kurulan DEVA, Gelecek gibi partilere siyaset alanı açtırılan CHP ve buna karar veren Kılıçdaroğlu, araştırma şirketlerinin simülasyonlarıyla mı, danışmanları aracılığıyla mı yoksa başka gerekçelerle mi ikna edildi ya da ikna oldu veya kandı, kandırıldı bilmiyoruz.

Ama emin olduğumuz şey, başta CHP seçmeni olmak üzere halkın, sadece Kılıçdaroğlu üzerinden değil, bir bütün olarak, devrimciler ve sosyalistler dışında kalan kümedeki siyasetçiler tarafından geçmişte de kandırıldığı ve artık kanmaya pek niyetli olmadığı gerçeği.

CHP ve Millet İttifakı kadrolarında bunun çok örneği olsa da, bugünün popüler konusu olan sığınmacılarla ilgili en açık örneklerden birisi, mülteci karşıtı bir dil için ikna edilen CHP 'nin eski Genel Başkanlarından Hikmet Çetin. Bugün dünyanın ve en çok da Türkiye'nin başına bela olan Afganistan ve Pakistandan kaynaklanan göçün nedeni olan politikaları, ABD/NATO adına Afganistan valisi olarak uygulayan Hikmet Çetin'di. Bu işgal aynı zamanda Pakistan'ın da Talibanlaşmasına yol açtı ve batı, bu iki ülkede ortaya çıkan göç dalgasını, şimdi Kılıçdaroğlu aracılığıyla siyaseten bir figür olarak yeniden karşımıza çıkan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'na imzalattığı geri kabul anlaşmasıyla, bir hendek olarak kullanılmak üzere Türkiye'ye gömdü. Aynı Davutoğlu'nun, Akdenizi çevreleyen Tunus, Cezayir, Libya, Mısır ve Suriye'nin (ve elbette Türkiye'yi de kapsayan) parçalanmasına dönük BOP operasyonunda ihvancı bir yaklaşım içinde olduğunu ve Suriye'den akan milyonlarca insanın yerini yurdunu terk etmesine yol açan savaşın oyuncularından olduğu da biliniyor. Yine CHP'nin koruması ve yancısı olarak TBMM'ye sokularak gelecek dönemde tüm bu politikaların savunucusu olarak etiketlenen Babacan'ın da Irak'a yapılacak saldırı öncesinde yardım ve yataklık için pazarlık yaptığı da sır değil.

Sonuç olarak, CHP başta olmak üzere ülkemizdeki tüm partilerin, devrimci ve sosyalist olanların dışında, yaratttığı ya da ortağı olduğu resim bu ve örtmek için de çaba gösterirlerken, üretememe, yoksulluk ve göç gibi sorunları ortaya çıkaran nedeneleri ve bunu yaratan politikaları ve uygulayanları bir tarafa koyarak, şimdi sadece bunun yarattığı psikoloji ile şekillenen veya şekillendirilen oy tercihlerine talip olmak ve bunun geçerli bir yöntem olduğuna inanmak ya da kitleleri buna ikna etmeye çalışmak, iktidara yerleşmek için yeterli olacak mı hep birlikte yaşayarak göreceğiz.

Ben Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi bir avuç oligarka teslim ederek yukarıda bir kısmını anlattığım politikaları izlemek yerine, şimdiye kadar tüm yaptıklarının tam zıddı olan, sadece ülkemizde değil bölgemizde ve belki de dünyada milyarlarca insanın daha müreffeh daha özgür bir gelecekte yaşama kavuşmasını sağlayacak politikaları savunmasını ve bunu uygulayacak temsil iradesine talip olmasını ister(d)im. Bu, milyarlarca insanın arasından belki de birkaç tanesinin karşısına ancak yüz yılda bir çıkabilecek fırsat ve hala elinin altında duruyor. Özeleştiri ve gerçeğe dönüş için hala zaman var. 28 Mayıs, sadece ülkemiz için değil, Kılıçdaroğlu için de son fırsat, son çıkış.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen