Ana içeriğe atla

Düzenin Hizmetkarlarıyla Yüzleşmek!

Deniz Baykal, zihninde, kaybedilen her seçim sonrası kullandığı iki kelimelik, klasikleşmiş bir savunma refleksi geliştirmişti: “Konjonktür aleyhimizeydi!” derdi. Kızgınlıkla gülerdik ama haklıydı. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu, Baykal’ın ‘konjonktür’ dediği, Erdoğan’ı iktidara taşıyan ve uluslararası ilişkileri bozuluncaya kadar ona (ve tabii düzene) hizmet sunanların, bu kez ‘konjonktür’ü kendisi için de ‘hazırlayacağına’ inanıyor ve her seçime de gerçekten kazanılacağına inanarak giriyor. Biz ise bu fikri iklimde CHP’nin iktidar ağacının yeşermeyeceğini görmek için daha kaç kez kaybetmek gerekiyor diye sorarak ona da kızıyoruz.

Baykal, iktidar yolunu açacak konjoktörü oluşturacak, entelektüel şiddeti besleyecek kanallarla medcezir yaşardı. Türkiye’nin üzerine geçirilen deli gömleğini göremedi. Kılıçdaroğlu ise CHP’ye iktidar yolunu açacak iklimi yaratacaklarına inandığı, aralarında Türkiye'ye o deli gömleğini giydirenlerin de bulunduğu ekibe partiyi teslim etti ve sonucun değişmesini bekliyor.

Oysa Türkiye’nin meselelerini çözme iddiasında olan en büyük kitlesel partinin CHP olması bir yana; sol ve sosyal demokrasi düzleminde martavallar okuyarak ‘fikri’ bir tahakküm kuranların, Sayın Kılıçdaroğlu’nun beklentisinin tam aksine, ülkeye sorun yaratan zihni üretim merkezine göbekten bağlı olarak çalıştıklarının tespiti için elimizde yeteri kadar veri var.

Baykal ile Kılıçdaroğlu yönetimlerinde neredeyse 180 derecelik bir açı farklılığı ile pozisyon almış görünse de, 1990’lı yılların ortasından itibaren CHP’yi kuşatan ve etkileyen baskın fikir ortamının kaynağı aynı. Baykal'lı CHP’ye ‘sol’ çıkışlarla, sol görünümlü balans yapılırken, şimdi Kılıçdaroğlu ile açılan gedikten sızılıp parti içi iktidar ele geçirilerek ve bu kez de sağ popülist balans ayarlarıyla CHP iktidar hedefinden uzak tutuluyor. Bu onların görevi. Sadece kitle partisi olarak CHP ve liderliklerine mi kuruldu bu tuzak? Hayır elbette. 1980 sonrası fikri alan hakimiyetini ele geçirenler, o günden bu yana kitap, dergi, gazete, televizyon, radyo ve sonraları da internet haber kanalları, yayınevleri, araştırma şirketleri, vakıflar aracılığı ile bütün kitle iletişim kanallarında hegamonyalarını kurup toplumu farklı seslere kapattılar ve ülkenin zihni kapasitesini kararttılar.

Bunu örneklendirmemiz gerek ki açık olsun. 

(Türkiye’de CHP'nin uyguladığı koalisyon ve ittifak politikasının, Hasan Cemal’in de yazılarında övgüyle bahsettiği dostlarının Erdoğan’ı yıkmak için ABD’de geliştirdikleri bir proje olduğunu aktardığım 'İttifak kimin fikri?’ ve bunların da kimlerden oluştuğunun ayrıntılandığı " Maskeli Balo" yazılarımda anlattığım gibi) Hasan Cemal, CHP’ye muhalefet yaparken Tayyip Erdoğan’ın uçağında dolaşıyor ve Erdoğan ona ‘Hasan abi’ diye sesleniyordu. 

Aynı fikri çizgide olan Nazlı Ilıcak, Altan kardeşler, Taraf ve T24 sütunları, Hasan Cemal örneğinde olduğu gibi, Baykal karşıtlığından Kılıçdaroğlu ile kendi çizgilerine gelen CHP’yi kuşatarak, Erdoğan karşıtlığına geçtiler. Burada Sayın Cemal’in adının anılması resmi net çizebilmek içindir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun miting meydanlarında bu kişilerin isimlerini seslendirerek özgürlük talep etmesi, bu fikri takibin etkisinin bir sonucudur. Eski Genel Başkanlar, eski Genel Sekreterler, sosyal demokrat vakıf, enstitüler ve  diğer yapılanmaların çok büyük bir bölümünün rota değişikliğinin izi buradan sürülünce varılan kavşak çok büyük bir ağa çıkıyor.

İşte o ağ için, “Toplumdaki Demokrasi Talebi” adı altında KONDA tarafından, (Denge Denetleme Ağı) hazırlanan ve internet ortamından rahatlıkla ulaşılabilen yaklaşık 150 sayfalık rapor buna iyi bir örnek. (Mayıs 2020 tarihli) Okunmasını öneririm. BBC Türkçe, Amerika'nın Sesi, DW, Euronews, Medyascope, T24, Birgün gibi haber ağları ile on milyonlarca insana ulaştırılarak bu yönde bir iklim yaratılması hedeflenen çalışmada, sorulan sorular aracılığı ile oluşturulan ve dayatılan gündemle hedeflenen, orta yerde bütün çıplaklığıyla sırıtıyor.  

CHP eski Genel Sekreterlerinden Tarhan Erdem’in sahibi olduğu KONDA tarafından yapılan ve müdürü Dr. Meltem Ersoy tarafından sunulan, Bekir Ağırdır ve Fuat Keyman tarafından ‘değerlendirilen’ raporda "Hukukun üstünlüğü, eşit vatandaşlık, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, yerel yönetimler" konu başlıklarını inceliyor.  

Hukukun üstünlüğü derken, ’Mahkemelerde başka bir kimlikten olmanızdan dolayı eşit yargılandığınıza inanıyor musunuz?', eşit vatandaşlık derken, ‘Kürtlerin eşit vatandaş olduğuna inanıyor musunuz?’, ifade özgürlüğü derken ’dini inancınızı ya da cinsel tercihlerinizi rahatlıkla ifade edebiliyor musunuz?’, örgütlenme özgürlüğü derken, ’Alt kimliğiniz ya da mezhebinizle ilgili baskı görüyor musunuz?’ soruları sorularak 'Türkiye'nin demokrasi talebi' şekillendirilmiş! 

Ne yaptıklarını görünce, garip olmayan bir ayrıntı daha ortaya çıkıyor! Alınan yanıtlar yüzde 3 ya da 5 düzeyinin altında kaldığı için ’diğerleri’ kategorisinde sayılması gerekirken, tam tersi yapılarak ‘yönetici özeti’ adı altında bu konular gündeme getirilip, vurgulanıyor ve denekler için de ‘daha farkında değiller’ denilerek(!) açıklama kapsamına dahil ediliyorlar. “Kendi iblisin olmak!” böyle bir şey olsa gerek diye düşünebilirsiniz.

Arkeolojik kazı itinası ile nasıl gündem yaratılır diye merak edenler için aşağıdaki paragraf yeterli örneği kapsıyor!

Raporda, 2010 yılında 'Adalet sizin için ne anlama geliyor?' sorusuna çoğunlukla; 'Herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması' yanıtı verilirken, 2016 yılında da cevapların değişmediği gözleniyor, denmiş. Dr. Meltem Ersoy bunu, "Mahkemelerde bir eşitlik talebinin olduğunu, ancak tam bir inanç olmadığını görüyoruz" diye yorumluyor! Araştırmaya göre katılımcıların yüzde 7'si, 'Din, etnik köken gibi kriterler vatandaşlık kriteri olarak ne kadar önemlidir' diye sorulduğunda, 'Vatandaş kesinlikle Müslüman olmalıdır' diyor. Etnik köken ise yüzde 40'lık bir oranda önemli görünüyor. 'Kimler vatandaş olabilir' sorusuna; 'Türk ırkından olmak gerekir' diyenlerin oranı yüzde 62 iken, 'Türkçe bilmeyenler olmasın' diyenlerin oranı ise yüzde 65. 

Meseleleri zihin karıştırmak.

Bu kadar mı? Hayır elbette. KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, 'Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu'nu değerlendirirken "İkircikli bir toplum görüyorum" demiş, bu 'ikircikli' durumu şöyle açıklamış; "Bu toprakların insanları 'birey' olmakla 'yurttaş' olmak meselesi arasında sıkışıyorlar. Değerler ile pratikler arasında bir ayrışma var. Değerler bir yandan siyasallaşırken, bir yandan ortak yaşam ütopyası ve 'biz' duygusu parçalanıyor.(…) Hangisini 'fazla' bulduğunu söylememiş!

Ak Parti iktidarının düşünsel ortamının oluşmasına da katkı için demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve barış gibi insanlığın büyük mücadeleler ile kazanarak kavramlaştırdığı bu ve benzeri değerleri anlamsızlaştırıp kimliksizleştirenler, 18 yıldan bu yana süregelen çürümenin de zihni taşeronları. Ülkemizin entelektüel kapasitesini çökertip düzenin bir parçası, onun iktidarının aparatı haline gelmesinin de hazırlayıcıları. Sordukları sorularla yarattıkları gündem Türkiye'deki hayatın olağan akışına aykırı ama bunu neredeyse 40 yıl boyunca başardılar. Görevleri yaşanan iktisadi çöküşü gizlemek ve ülkenin gündemini yapay sorunlarla işgal ederek sömürü düzenini sürdürülebilir kılmak. 

Ne yapmalıyız sorusunun peşine düşenler için, Sol'da yazan Osman Çutsay’ın 1987 yılında ilk kez literatüre soktuğu ‘Entelektüel şiddet’ kavramını, üretme-yaratma arayışı ile birlikte okuma, öğrenme, yazım ve paylaşımla çoğaltarak, iyiyi aramak, doğrunun peşinden gitmek, haklının arkasında durmak olarak güncellemeliyiz. Kışkırtıcı, sarsıcı, umut aşılayıcı devrimci bir heyecanla, gerektiğinde dünyayı karşısına alıp, 'biz geleceği kuracağız' diyerek bugüne meydan okuyan bir yüzleşmeyi başarabilmeliyiz.

Turgay Develi

24. Dönem Adama Milletvekili.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen