Ana içeriğe atla

Sedef Kabaş'ın tutuklanmasında Sezen Aksu'nun rolü...

"Bana ilk doğanınızı getirin diyor,
Kanlarını emeceğim
Bana fakirlerinizi getirin,
Çamurun içinde tekmeleyeyim,
Bana aydınlarınızı getirin,
Gözlerini çıkarayım,
Bana bilginlerinizi getirin,
Hepsini lobotomize edeceğim.
Çünkü Anne en iyisini bilir"

Bu sözler 1979-1990 yılları arasında İngiltere'de başbakanlık yapmış Margaret Thatcher'ı eleştirmek adına yazılmış olan Mother Knows Best (Anne En İyisini Bilir) isimli şarkıdan.

Şarkı sözünde bahsi geçen lobotimi işlemi, beynin alt kısmında bulunan bölgelerle (talamus, hipotalamus) frontal bölge arasındaki sinirsel bağlar kesilerek bazı psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmeyi amaçlayan eski bir cerrahi yöntem.

Tıp literatürüne göre Talamus, "bilinçli düşünmeden sorumlu olan beyin bölgesi". Koku duyusu hariç, tüm sistemlerden gelen duyusal sinyaller için bir kapı. Ayrıca amaca yönelik bilinçli davranışlardan da sorumlu. Vücuda gelen çeşitli uyaranlara bir çeşit filtre görevi yapar. Buranın beynin diğer noktalarıyla bağlantısı kesilerek bir dönem bazı psikolojik rahatsızlıklar bu cerrahi yöntemle tedavi edilmeye çalışılmış. Ancak pire için yorgan yakmaktan hallice olan bu yöntem kısa sürede yasaklanarak tarihe karışmış.

Bu lobotominin cerrahi olmayan bir çeşidi ise ülkemizde kamuoyu üzerinde daha yaygın olarak kullanılıyor! Sorunun kaynağıyla bağını keserek sorunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

İşte bu şarkıyı ve lobotomi benzetmesini bana hatırlatan, bir şarkı sözünden dolayı Sezen Aksu'ya yapılan linç girişimi oldu.

Sezen Aksu, yazdığı ve söylediği şarkılarla sonuna kadar hak ederek kazandığı ünü ve kitlesini, dün halkın bilincini karıştırmada kullandırtarak (yetmez ama evet korosundaydı!) şimdi mağdur olmasına yolu açanın aslında kendisi olduğunun farkında mıdır bilmiyorum ama, gözden kaçıranların, Orhan Gökdemir'in Sol'daki "Yalnız benim için bak laik laik" yazısını okumalarını öneririm.

Yazıyı, Erdoğan'ın ya da iktidar cenahının ne kadar gergin olduğu, en küçük bir eleştiriye hatta gazeteci Sedef Kabaş'ın TELE1'de aktardığı atasözüne bile tahammülleri olmadığı çizgisine taşıyarak meseleyi her zamanki gibi büyük bir keyifle Erdoğan'ın tek adamlığına ve o giderse her şeyin çok güzel olacağına bağlayan kervana katılmayacağım.

Defaatle söylediğim gibi, mesele Erdoğan'dan daha büyük.

Bütün sorunun Erdoğan'dan kaynaklandığını, ülkeyi kutuplaştırarak gerginlik yarattığını ve huzur bırakmadığını söyleyenler, bilincimizi körelterek, yaygınlaşan ve derinleşen yoksulluğun nedenlerini unutmamız için dün ile bugün arasındaki bağı koparmaya, bizleri lobotomize etmeye çalışıyorlar.

İşlem, 1980 yılındaki 12 Eylül askeri darbesiyle sağlanan sıkıyönetim sürecinde başlamıştı. Sendikalar ve siyasi partiler kapatılmış, sokak ve meydanlar zaptu rap altına alınarak 24 Ocak kararları da denilen neoliberal soygun dönemi başlamıştı.

Özal suçu 12 Eylül öncesine atmıştı. Demirel ise Özal'a. Sonra bu bir önceki lideri ya da partiyi suçlama ardı sıra devam etti. Ecevit Demirel'i, Yılmaz Ecevit'i, Çiller Yılmaz'ı suçladı. Erbakan İnönü'yü, İnönü Özal'ı. Baykal Çiller'i, Çiller Türkeş'i, Bahçel'i Erdoğan'ı. Erdoğan hepsini birden. Şimdi de CHP, İYİP, HDP, Saadet, DP, Gelecek ve DEVA da hepsi birden Erdoğan'ı suçluyorlar.

Sürekli birbirlerinden şikayet eden bu isimlerin yetki alınca aynı kadrolarla çalışıp aynı icraatları yapıp durmaları ise işin ironisi. Mesele de tam da bu aslında.

Buna yakın günlerden daha açık bir örnek gösterecek olursak, Kılıçdaroğlu'nun, Millet İttifakı'nın ekonomi programını DEVA Partisi'nin çalıştığını ve tamamlandığında diğer ittifak üye ve adayı partilerle oturup son şeklini vereceklerini söylediği toplantıya katılanların isimlerini sayabiliriz;

Şimdi farklı partilerde sorumluluk yüklenseler de 13 yıl boyunca Erdoğan'ın ekonomiden sorumlu bakanlığını ve başbakan yardımcılığını yapan Ali Babacan, Erdoğan'ın dışişleri bakanlığını ve başbakanlığını yapan Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan'ın Hazine müsteşarlığını yapan Faik Öztrak ile neredeyse tüm AKP döneminin Hazine müsteşarı İbrahin Çanakçı ve AKP'nin Merkez Bankası Başkanlarından Durmuş Yılmaz şimdi aynı ekibin, tek karede görülen Millet İttifakının birer figürleri.

Hepsini bir araya getiren İttifak stratejisi (konsensüs) ise, uygulanan ekonomik programın kaçınılmaz sonucu olarak krizle karşılaşan Erdoğan'ın fedasına dayalı, yeni nesil AKP 2.0 ve ona yancı yaratma formüllü düzeni sürdürme arayışıdır.

Yazıya Margaret Thatcher ile başladık, onun 6 Ekim 1981'de bir üniversitede yaptığı bir konuşmada politikadan ve politikacılardan bahsederken kullandığı bir ifadeyle bağlayalım:

“Ben, kendimi, kanaatleri doğrultusunda hareket eden politikacılardan biri olarak görüyorum. Benim için sadece pragmatizm yeterli değil. Konsensüs adı verilen bu moda kavram da yeterli değil.

Bana göre konsensüs: kimsenin inanmadığı, ama kimsenin karşı da çıkmadığı bir şeyi aramak için tüm inançları, ilkeleri, değerleri ve politikaları terk etme süreci; sırf üzerinde anlaşmaya varamayacağınız için, tam da asıl sorunlardan kaçınma süreci. Hangi büyük gayenin savaşı "konsensüsten yanayım" bayrağı altında verilebilir ve kazanılabilirdi."

Açık olan şu; halkın kazanacağı bir mücadele örgütlenebilmeli.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen