Ana içeriğe atla

Alın size liyakat...

Ankara'da henüz gündem oldu mu bilemiyorum ama daha yakınlarda Trabzon'un Şalpazarı ilçesi Gençlik ve Spor Müdürlüğü'ne bir imamın atanması, Merkez Bankası Yönetim Kurulu'na bir arkeoloğun atanması, bir kaç ay içinde dört kez Merkez Bankası başkanı değiştirilmesi gibi olaylar, 'lı muhalefet cephesinin, Erdoğan'ın ülkeyi liyakatsız kişileri göreve getirerek kötü yönettiğine ilişkin eleştirilerinin temelini oluşturuyor. 

Liyakat, işi ehline vermek demek. Hak edenin ya da ehil olanın görevde olduğu, bürokraside yer aldığı anlamlarına geliyor.  

Ama 6'lı muhalefetin yaptığı gibi meselelere sadece kötü yönetim, kötü kararlar verme ve bunun çözümü adına liyakatli kişileri göreve getirmek açısından bakmak, sorun ve çözüm arasındaki bağlantıyı koparır. 

Liyakat, var olan politikanın etkin bir şekilde kullanılması için gerekli bir araçtır, evet. Peki ya politikanız kötüyse?

Ülkemizdeki yıkımın temeline uygulanan ekonomik politikayı değil de liyakatsız kişilerin göreve getirilmesini oturtanların ezberini bozmak adına müthiş bir kariyerden söz etmek istiyorum. 

Victoria Nuland, 1961'de ABD'de, doğu avrupalı göçmenlerin çocuğu olarak dünyaya geldi. Rus edebiyatı, siyaset bilimi ve tarih okuyarak 1983'te Brown Üniversitesi'nden mezun oldu.

İlk olarak Çin'de başladığı Amerikan Dışişleri Bakanlığı kariyerinde, 2015-2017 yılları arasında Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve 2005-2008 yılları arasında ABD'nin NATO Daimi Temsilcisi olarak görev yaptı. ABD'de en yüksek diplomatik rütbe olan Kariyer Büyükelçisi ünvanına sahip. New American Security Merkezi'nde (CNAS) CEO olarak görev yaptı. Yale Üniversitesi'nde Büyük Strateji alanında Brady-Johnson Seçkin uygulayıcı ve Ulusal Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi. Brookings Enstitüsü'nde dış politika programında araştırmacı ve Albrigt Stonebridge Groyp'ta kıdemli danışman olarak çalıştı.

2013 yılındaki bir basın konferansında, "Ukranya'ya 5 milyar dolar yatırdıklarını ve oradan vazgeçemeyeceklerini" söyledi.

18 Eylül 2013'te, Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan yardımcısı olarak atanarak yemin etti. Avrupa ve Avrasya'nın yanı sıra NATO, Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı dahil 50 ülke ile diplomatik ilişkileri yönetti.

Nuland, 1milyar dolarlık kredi garantisi de dahil olmak üzere Ukrayna'ya kredi garantileri verilmesini, Ukrayna ordusuna ve sınır muhafızlarına yardım edilmesini sağlayarak 'Onur Devrimi' olarak adlandırılan Ukrayna hükümetinin kurulmasına giden yolu açtı.

4 Şubat 2014'te, ABD'nin Ukrayna Büyükelçisi Geoffrey Pyaat ile yaptıkları (28 Ocak 2014'te yapılan) bir telefon görüşmesinin kaydı Youtube'de yayınlandı. 

ABD tarafı bunu yalanlamadı. Sızdırmakla ilgili Rusya'yı suçladı.

Washington Post gazetesi, Nuland ile Pyatt arasındaki telefon görüşmelerinde, Ukrayna hükümetinde kimlerin olması gerektiğinin konuşulduğunu ve Nuland'ın Pyatt'a, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Arseniy Yatsenyuk'u Başbakan olarak seçtiğini bildirdiğini yazmıştı. Gazeteye göre, sızdırılan telefon görüşmesinde Nuland'ın "Bence Yats, ekonomik deneyime, yönetim deneyimine sahip olan adam. İhtiyacı olan şey Klitsch ve Tyahnybok. Onlarla haftada dört kez konuşması gerekiyor." deyince Pyatt sormuş: "Bir sonraki adım olarak onunla bir görüşme ayarlamamızı ister misiniz? " Nuland, Pyatt'a bir sonraki adımın onların kendi aralarında bir telefon görüşmesi ayarlamak olduğunu söyledi. O üç Ukraynalı aday ve muhtemelen ABD büyükelçisi Pyatt'ın da katıldığı görüşmeden sonra Yatsenyuk, 27 Şubat 2014'te Ukrayna'nın başbakanı oldu.

Bu telefon görüşmesine ilişkin, ABD'nin Ukrayna'ya Başbakan 'ataması'ndan çok Nuland'ın AB ülkeleri için söylediği "s.tir et" sözü tartışıldı!

Foreign Policy'e göre ironik olan bu telefon görüşmesi, Nuland'ın görev süresinin en iyi bilinen olaylarından birisi olsa da, onun asıl etkisi, Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı John Kerry, Savunma Bakanı Ashton Carter, Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Münih'teki brifing ortağı (2015) General Breedlove dahil olmak üzere diğer üst düzey Amerikalıları Ukrayna politikasına ikna etmesiyle yönetimin değişmesini sağlamasıydı. 

Bunun ardından da bizzat seçtiği Ukrayna Başbakanından memnuniyetini ifade ederken, "Hükümetin yürürlüğe koyduğu reform paketi etkileyici. Bütçe reformu geçti; emekli maaşları sınırlandı; ve yeni bankacılık hükümleri iyiye gidişin göstergeleri" diye konuşmuştu.

7 Haziran 2016'da Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde "Rusya'nın Sınırları, Anlaşmaları ve İnsan Hakları İhlalleri" başlıklı oturumunda Rusya'nın 2014'te Ukrayna'yı işgal etmesiyle, "Kremlin'in uluslararası hukuka uyma veya Rusya'nın Soğuk Savaş'ın sonunda katıldığı kurumların kurallarına göre yaşama konusundaki istekliliğine dair kalan tüm yanılsamaları paramparça ettiğini" söylediği konuşmayla hem ABD içinde hem de Avrupalı ​​müttefiklerini Rusya'ya karşı daha da sert bir tavır almaya itti.

O dönemde Alman haber dergisi Der Spiegel'de yayınlanan bir makalede Nuland, "silah dağıtımının sert bir tarafı ve destekçisi oldu" diye tanımlanmıştı.

Trump yönetimi iş başına gelince Ocak 2017'de Dışişleri Bakanlığı'ndan ayrıldı ama bir sonraki başkan Joe Biden yönetiminde 3 Mayıs 2021 tarihinde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak atadı.

Uzun uzun kariyerini anlattığım Nuland, neredeyse yaşamı boyunca üzerinde kariyer yaptığı Ukrayna'ya yıllarca silah ve para göndererek hükümet devirip Başbakan atayan biri olarak, sonuçta Rus ve Ukraynalıların birbirini boğazlamasına sebep olan yolu döşeyen bir 'liyakatın' sahibi.

Liyakat da liyakat diyenler için Victoria Nuland'ın kariyeri paha biçilemez bir örnek olmalı. Görülebileceği üzere, kurgusu baştan yanlış bir sistemde işin başına dünyanın en liyakatli insanını da getirseniz, elinizde kalacak olan şey savaş ve ölüm oluyor.

Elbette bir arkeologdan bankacı, imamdan gençlik ve spor müdürü olmaz olmasına da...

Bir gazetecinin, 2014-2022 arası NATO Genel Sekreteri olmasını nereye koyacağız? Ya aynı gazetecinin şimdi de Norveç Merkez Bankası Başkanı olarak atanmasını? Eylül ayında göreve başladığında dünyanın en büyük varlık fonunu da yönetecek olan gazeteci Jens Stoltenberg'in ne askeri alanda ne de ekonomi alanında bir kariyeri yok iken, kendisini bu görevlere atayanların amacı ne olabilir dersiniz?

Ya da aslen bir avukat olan, Fransa'da Dış Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Balıkçılık Bakanlığı, Ekonomi, Sanayi ve İstihdam Bakanlığı yapan, sonrasında IMF'in başına getirilen, en son da Avrupa Merkez Bankası Başkanı olarak atanan Christine Lagarde'ı bu denklemde nereye yerleştirmek gerekiyor?

Bir arkeologdan bankacı, imamdan gençlik ve spor müdürü yapılması sebebiyle, gazetecinin NATO Genel Sekreteri ve avukatın Avrupa Merkez Bankası başkanı olmasının sebepleri, doğru yerden bakmayı başarabilirseniz, aslında aynı. 

Tüm bu örneklerde görüldüğü gibi, asıl önemli olan, kişinin liyakatından ziyade sadakatinin nereye olduğu. Liyakatli olmak önemli de, dananın kuyruğu, asıl bunu kim ve ne için kullanacağınız, bu liyakati nasıl bir sistem içerisinde göreve getireceğiniz noktasında kopuyor. 

Yani; meselenin esası sınıfsal.









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen