Ana içeriğe atla

Kılıçdaroğlu'nun içindeki çocuk...

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz haftaki Maltepe mitinginde ilk kez açık açık 'Ben neoliberalizme karşıyım' dedi.

Partinin programı, yönetimindeki isimler, bu isimlerin savunduğu ekonomik politikalar, ilişkileri, geçmişleri, vaatleri, duruşları, söyledikleri, söylemedikleri, kısacası bugünün CHP'siyle ilgili her şey bu sözün aksini işaret ediyor. Bunları defalarca yazdığım için tekrar etme ihtiyacı duymuyorum.

Ana muhalefet partisinin Genel Başkanının bu kadar önemli bir mitingde kullanacağı bu kadar önemli bir ifade tesadüfen değil, üzerinde uzun uzun düşünülerek konuşma metnine eklenmiş olmalı.

Peki tüm göstergeler aksini işaret ederken Sayın Kılıçdaroğlu tüm Türkiye'nin (ve dışarıdaki ilgililerinin) gözü önünde bu lafı neden sarf etti?

Feleğin çemberinden geçebilmiş olanlar, bu sözün bir takım siyasi saiklerle söylendiğini düşünecektir, zaten makul olan açıklama da bu.

Tüm dünyada siyasi, akademik ve ekonomik çevrelerde neoliberal modelin çöküşü kabul edilip yerin dibine gömülürken bunu savunmaya devam etmek, savunanın bir ülke yönetmeye ehil olmadığı imajı verdiği gibi, birkaç tahtasının yerli yerinde olup olmadığı hususunda da soru işaretleri yaratacaktır, yaratıyor. Bunun önüne geçebilmek adına, arka planda alınan aksiyonlar ne olursa olsun, en azından kamuoyu önünde bunu kabul etmek akıllıca bir hareket pek tabii.

Diğer bir alternatif açıklama, Cumhuriyet Halk Partisi'nin tehlikenin farkına vararak uzun zamandır pek umursar görünmediği, hatta açık konuşmak gerekirse parti içinde tasfiye ettiği, parti dışında da pratikte köprüleri attığı sol cenaha şirin görünmek, belki bir zeytin dalı uzatmak amacı gütmesi olabilir.

'Ben neoliberalizme karşıyım' lafının arkasında olması en makul sebepler bunlar olsa da, ben bu lafı Sayın Kılıçdaroğlu'nun içindeki çocuğun seslendirdiğini düşünüyorum.

İnsanın içindeki çocuk malum, kötülükten ve dünyanın üzerindeki kara bulutlardan habersiz, hep iyilik ve güzelliği arayan, hayalperest, haşarı ama saf ve temiz, herkesin içinde bir noktaya kadar bulunan bir 'öteki'dir. İçimizdeki çocuklar genellikle hayatla karşılaştıkça daha da derine gömülür, çoğu insanda gittiği derinliklerden bir daha çıkamaz.

İşte Sayın Kılıçdaroğlu da siyaset, seçim, kadro, parti içi çekişmeler, dış etkenler, güç dengeleri derken bu çocuğu gittikçe daha da derinlere ittirmiş; yapmak zorunda olduğunu hissettiği için yaptığı şeyleri yaptıkça içine gömülen, partisinin ekonomi politikalarına bakarken muhtemelen içi kan ağlayan bu çocuğun yarattığı ağırlığa da en sonunda dayanamamış olmalı. İçinizdeki çocuğun doğrusunu bildiği şeyi yapamamak bu ağırlığa neden olur, taşıması kolay değildir.

O saf çocuk, derinlerde bir yerde, dişini tırnağına geçirip çalışıyor. Sayın Kılıçdaroğlu işçilere, memurlara, köylülere, öğrencilere, emeklilere, apartman görevlilerine daha iyi bir geleceğin mümkün olduğunu anlatmaya çalışırken, içindeki çocuk ise her şeyden önce Kılıçdaroğlu'nun kendisine bunun partisinin hali hazırdaki politika ve kadrolarıyla mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyor. 

İşte o çocuk, geçtiğimiz hafta Maltepe'de bir surete bürünerek çabasının cisimleşmiş halini 'Ben neolibralizme karşıyım.' diyerek açıkladı.

Çiftçilere, siz üretirken gübre, mazot, tohum, su, elektrik, ilaç girdilerinizin maliyetinin yükseltmesinin nedeni neolibralizmdir, ben buna karşıyım diyor.

30 yıl çalıştıktan sonra 805 lira emekli maaşı bağlanan vatandaşa ya da asgari ücretli birinin insanca yaşayamamasına, okula giderken çocuğuna harçlık verememesine, beslenme çantasına kuru ekmekten başka bir şey koyamamasına;

Ev hanımlarının alışverişlerini pazarcıların çürüyüp dökülecek domates, patlıcan ya da biber gibi yiyecekleri yok pahasına verdikleri pazar sonlarına denk getirmesine;

Kısacası tarımı bitirmek için çiftçiyi destekleyen tarım birliklerinin, üretici kooperatiflerin yok edilmesi için gübre, ilaç fabrikalarının satılması, TMO'nun alım garantisinden vazgeçilerek üreticinin tefeci tüccarın insafına bırakılmasına karşıyım diyor.

O örümceği ve ağını işaret etmek elbette ki az bir şey değil. Hele de herkes için aş, iş, ürettiğinin karşılığını alabildiği insanca bir yaşam sağlayan kamucu, planlamacı bir ekonomiye inanmak, hiç de az bir şey değil.

Ben, bu açıklamasıyla Kılıçdaroğlu'nun içindeki ağırlığa sırt çevirmesinin maliyetini gördüğünü, nihayetinde de aklındaki yükü paylaştığını düşünüyorum. 

Ama bu söylediklerine bizleri ikna etmeye çalışmak yerine önce kendisi inanmalı. Zaten inanmış olsaydı, baştan sona elleriyle dizayn ettiği partisi ve kadrolarının söylediklerinin tam aksini yapmasına müsaade etmemesi gerekirdi diye düşünüyorum. Dolayısıyla, mevcut yük ve sorumluluğunu, modaya uyarak neoliberalizm karşıtlığı söylemi ile aklamaya çalışması ve söylenen laflar yeterli değil.

Kılıçdaroğlu'nun o çocuğu konuşturarak içindeki ağırlığı hafifletmeye çalışmak yerine, ortaya çıkmaya cesaret edemeyen o çocuğu durduran ağırlıkla yüzleşmesi, aslında, içindeki çocuğu dışarı çıkarması gerekiyor.

Bu yüzleşmeden kaçınmak için ödediği maliyet, bu acıdan kaçınmak için yaptığı şeyler, sadece onun içindeki çocuğu nefessiz bırakıp öldürmüyor, Türkiye'nin de düze çıkmasının önünü kapatıyor.

Ülkesinin emperyalizme karşı tam bağımsızlığını savunmak için yaratılmış olan o koltukta oturduğu için, yapması gereken sadece içindeki çocuğu konuşturarak yükün ağırlığını paylaşması değil, o koltukta oturanların taşıması gereken sorumlulukla yüzleşerek bunun için yaratılan CHP'yi mükemmel bir araca dönüştürmesi gerekiyor.

Bunun için de bu gücü bütünüyle kucaklayabilmesi gerekiyor.

Tabii tüm bu söylediklerim, Sayın Kılıçdaroğlu'nun söylediklerinde samimi olduğu varsayımına dayanıyor. Neoliberalizme karşı olduğunu söylemek kolay, zaten bugünlerde moda bu, ama ispatlayıp göstermek ise o kadar da kolay değildir.

Hepimizin içimizdeki çocuğun umuduna ve saflığa ihtiyacımız var ama, şimdi bu ordunun (CHP) komutanı olarak Sayın Kılıçdaroğlu'nun görevi bundan daha fazlasıdır.

Biliyorum, bu çağrıya sadece kendisini düşünmeyen cesurlar cevap verebilir. Ancak inandığı yolda yürümeyenlerin vicdan azabını hiçbir makam, mevki, güç hafifletemez.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...