Ana içeriğe atla

Ver İstanbul'u al Türkiye'yi...

Eğer mesele sadece seçim kazanmak ise, birileri, benim de bir CHP üyesi olarak genel başkanım olan Kemal Kılıçdaroğlu'na gerçeği söylemeli: Ver İstanbul'u, al Türkiye'yi.

Bu söz bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP'nin adayı olan Muharrem İnce'ye ait. Şimdi kendi partisini kurarak CHP'den ayrılsa da hem uzun yıllar yaptığı grup başkan vekilliğinden, hem de Cumhurbaşkanlığı yarışını kaybedişi sürecinden gelen tecrübesini de (CHP'den fazla oy almıştı) göz önünde bulundurursak, İnce'nin bu önerisinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.

Aslında bu kadar bariz bir şekilde ortada olan bir gerçeği tekrar etme ihtiyacı duymamamız gerekir, zira siyasette geçer akçe olduğu ispatlanan 'İstanbul'u alan Türkiye'yi alır' sözüne uygun davranmak ve (kamuoyu araştırmalarına göre) Mansur Yavaş'la birlikte eldeki en iyi iki seçenekten biri olan Ekrem İmamoğlu'nu aday göstermek, akla en yatkın olan yol olarak ortada duruyor. (Yavaş mı İmamoğlu mu tartışması farklı bir tartışma olmakla birlikte, Mansur Yavaş ise bu toplara pek girmediğinden ve şu an tartışma daha ziyade 'İmamoğlu mu Kılıçdaroğlu mu?' noktasına geldiğinden, konuyu bu eksende inceleme ihtiyacı doğuyor.)

Sizin gördüğünüzü ben de gördüğüm için, şu soru yanıtı hak ediyor: İmamoğlu’nu aday göstererek Erdoğan'a karşı kazanma şansı muhtemelen en yüksek isimle yarışmak yerine, ödüllü film senaryolarını aratır mizansenlerle onun adaylık dilekçesi babındaki Karadeniz gezisini baltalayan ve bütün mesailerini onun dişlerini sökmeye çalışmak için harcayanlar ne yapmaya çalışıyor?

Karadeniz gezisiyle CHP'ye en uzak kitleler ile dahi duygudaşlık kurduğunu ispatlayan, Diyarbakır gezisiyle bölgede çok az siyasetçiye nasip olacak bir ilgi gören ve dolayısıyla ideal aday profiline en yakın isim olan İmamoğlu, tekrar soruyorum, niye torpilleniyor?

Gerekçe gösterilen Nagehan Alçı, kendisinin de yazdığı üzere, Kılıçdaroğlu ile defalarca program yaptığı, Mansur Yavaş ile röportajları yayınlandığı halde, eğer mesele gerçekten Nagehan Alçı ise, neden sadece İmamoğlu’nun hedefe oturtulduğu sorusunun cevabı, bizleri kokunun geldiği bir takım kirli çamaşırlara yakınlaştıracaktır.

Bu kuşkuyu besleyen bir diğer çıkış ise, İmamoğlu’nun aynı zaman dilimi içerisinde Kürt siyasetinin önemli aktörlerinden Ahmet Türk üzerinden de eleştirilmesi. Tüm bunlar hesaplanmış bir gündemin parçası olabilir.

Böyleyse, izlediğimiz tiyatro Cumhurbaşkanlığı yarışı ile ilgili değil, parti içi bir ön alma organizasyonum parçası olabilir. Bu durum CHP'yi bir kez daha esas hedeften uzaklaştırıyor olabilir. Böyle düşünmemin sebebi ise, elde İmamoğlu gibi bir fenomen varken ve seçimleri kazanma ihtimali yazılıp çizilen herkesten daha yüksek iken, gösterilen 'Belediye başkanları işine baksın' yaklaşımı, eğer onun yıpratılmaması amaçlı değilse, başka bir açıklamasının olması gerekir.

Eğer bu gerçekten de bir parti içi mücadelenin sonucuysa İmamoğlu'nun, sizin ve benim gördüklerimi görmemesi, göremiyor olması olanaksız. Çünkü eğer Cumhurbaşkanı adayı gösterilmez, gösterilse de çeşitli nedenlerle kazanamaz veya kazandırılmaz ise (milletvekili bile olmadığı için kurultay salonunda tuvalete yakın bir yere oturtulması gibi kendisine reva görülen muamelelere karşı parti içi mekanizmada tutunabilmek için yapabileceği çok fazla bir şey olmayan) Muharrem İnce'nin aksine İmamoğlu'nun, (Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ve Belediye Başkanlığı seçimlerinden önceki zaman diliminde, yani, artık ertelenemeyeceği için toplanacak kongre ve kurultay sürecinde), İBB'nin kudretli koltuğunda oturmaya devam ediyor olacağını hatırlatırım.

Mesailerini parti içi güçlerini korumak ve daha da arttırmak için seçimi kazanması muhtemel adayın dişlerini sökmek için harcayanların, İsmail Saymaz, Şirin Payzın ve Emin Çapa'nın Halk Tv ekranlarında Maltepe mitingi sonrası yaptıkları program sırasında Emin Çapa'nın, insanların gözündeki öfkenin örgütlenmesi ve heba edilmemesiyle ilgili, meydanı, mitingi ve kalabalığı göstererek sarf ettiği sözlere kulak vermelerini şiddetle tavsiye ederim:

"...Bunu yapan Kılıçdaroğlu, CHP örgütleri değil, bu insanların baskısı, ittirmesi. Ellerini masaya vurarak ittiriyorlar. Bunun önünde ne CHP, ne İYİP ne DEVA ne şu ne bu durabilir. Buna (6'lı masayı kastederek) mecburlar. Bir hata yapılmamalı. (Yapılırsa) bu insanlar affetmeyecek, bakın, seçimlerde bu insanlar bunu affetmeyecektir. Ben burada büyük bir baskı görüyorum. Sayın Kılıçdaroğlu'nun da diğer 6'lı masanın üyelerinin de, anladığını, algıladığını bu mesajı içselleştirdiğini düşünüyorum. Yoksa bu insanlar affetmeyecek."

Buradaki 'hata' dan kasıt elbette ki adayın ismi. Adayın ismi aslında her şeyin başlangıcı ve bitişi.

Bu açıdan bakılacak olursa da, candaşı, foncusu ve yandaşı ile medyanın neredeyse tamamına yakınının, 6'lı muhalefetin adayının CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu olması gerektiği konusunda fikir birliği içinde olmaları benim gibi sizin de aklınızı kurcalamıyor mu bilmiyorum.

Öyle ya, Nedim Şener, Abdülkadir Selvi, İsmail Saymaz ve parti içindeki daha birçokları gibi, kamuoyu araştırmalarında oldukça geride çıkan sayın Kılıçdaroğlu'nun aday olmasını isteyenlerin muradı ne olabilir ki? Onlar Sayın Kılıçdaroğlu'nu arkasından ittirirken kendisi daha sağduyulu davranıyor ve aday isminin masada belirleneceğini söylüyor. Kaldı ki adaylık konusunda nefsini yenebildiğini daha önce de defalarca ispatladı. Onun parti içinde her defasında 'ben değil biz demeliyiz' yaklaşımını benimsediğini de biliyoruz.

Meseleyi şöyle özetleyelim; 2023 seçimlerinde İmamoğlu da Kılıçdaroğlu da aday olmak istiyor. Elbette ikisinin de hakkı. İmamoğlu'nun anket sonuçları daha iyi çıkıyor, ama buna karşın karar verici olan da Kılıçdaroğlu.

Hayatın ve siyasetin olağan akışı gereği, Kılıçdaroğlu aday olur da kaybederse, partisi ile ilişki zayıflayacak. Kazandığında ise tamamen koparacağına dair kendi sözü var. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu'nu sonu belirsiz bir yarışa itenlerin asıl amacı Kılıçdaroğlu sonrası tasarımları olabilir.

Ülke bu kadar önemli bir dönüm noktasındayken, kendi siyasi ikballeri uğruna seçimleri riske atarak ateşle oynayanların, eskisi gibi siyasetin dönme dolaplarının arkasına saklanmalarına şüphesiz ki izin verilmeyecektir. Yukarıda da alıntıladığım gibi, kitleler bu tür bir ihaneti affetmeyecektir.

Yazıyı da şöyle bağlayalım: ülkemizdeki mevcut (ve artık modası geçmiş olan) siyaset kalıpları ne sorunları doğru tespit edecek, ne de çözme kapasitesi geliştirecek seviyede değil. Siyaset kendi sarmalında düğümlenmiş bir şekilde savrulurken medyadaki köşe başlarına oturtulmuş yazar çizer takımının siyaseti besleyecek derinlikten yoksun olmalarını da hesaba katarsak, mevcut siyasetin kitleleri etkileyip harekete geçirememesinin nedeni ortaya çıkıyor.

Yani çoklu bir kriz hali yaşanıyor. Dipten gelen ciddi bir değişim talebi ve bu talebe bazen cevap veremeyen, bazen de işine gelmediği için cevap vermek istemeyen bir siyaset var. Ancak yeni olan durum şu ki, artık insanların sabrı tükenmiş durumda.

Çözüm zihni bir arınmadan geçiyor. Yeni sorular, yeni yanıtlar, yeni bakış açıları, yeni yüzler ve halktaki değişim talebini karşılayabilecek yeni politikalara ihtiyacımız var. Geçtiğimiz hafta da yazdığım gibi, eski siyaset, eski ezberler, eski taktikler, eski bağımlılıklar, eski icazetlerin halkta karşılığı kalmadı, artık işe yaramıyor. Yanıtını arayacağımız soru ise, kimin hangi safta olacağıdır.

Bizler halkın safındayız.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...