Ana içeriğe atla

Özgür Özel'in önündeki tek seçenek

Özgür Özel’in CHP Genel Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapacağı ilk görüşme medyayı bu aralar bayağı meşgul ediyor. Ekranlarda ve sütunlarda görmeye alıştığımız tüm medya lejyonerleri Özel‘e kendi pencerelerinden 'gündem' hatırlatması yaparak neyin daha öncelikli olduğunun altını çiziyorlar. Elbette bunun bir sakıncası yok ama bu lejyonerlerin 'pencere‘lerinin ne anlam ifade ettiğinin tartışılmasında da fayda var.

Bu lejyonerlerin kimisi, Erdoğan’la olan görüşmesinde Özel’in dik durup ikinci parti konumuna düşen AKP’yi sıkıştırarak siyasi sermaye elde etmesi gerektiği; kimileri ise Özel'in partiler üstü bir tutum takınarak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizden kurtulması için Erdoğan'a her türlü desteği verecek şekilde elini açması ve bu yolla destek toplaması gerektiği yönünde strateji buyuruyorlar. Bazısı ise krizin atlatılması için iktidarın yurttaştan isteyeceği sabırın karşılığı olarak iktidarın da tasarrufa gitmesi gerektiğinin hatırlatılmasını istiyor. Tasarruf önerisi yapanlar, Kıbrıs ziyaretine 7 uçakla gidilmesini, Cumhurbaşkanlığı yazlık köşkünün tamir ve bakımı için 85 milyon lira harcanması ve benzeri savurganlıkları örnek gösterip, 'Bununla X asgari ücretlinin maaşı ödenirdi.' gibi popüler ama içi boş eleştirilerle daha da ağırlaşacak krizin faturasını Erdoğan'a çıkarıyorlar.

Her televizyon programının kaşeli olarak kadrosunda tutulan liberal, liberal sol ve sosyal demokratların, son yıllarda siyasetin önemli figürleriyle yakın temas halinde olup, onların da yoğurt yiyişlerine ayar veren gazeteci/araştırmacı kılıklı sosyal medya fenomenlerinin Erdoğan ziyareti öncesi Özel’e gösterdikleri yollar farklı olsa da ortak noktaları aynı:

Yaşanan bütün sıkıntıların Erdoğan'ın kötü yönetiminden kaynaklandığı ve onun gönderilmesi ya da 'yola getirilmesi' halinde her şeyin tıkır tıkır işlemeye başlayacağı önkabulü.

Eleştirilmesi gereken şeyleri eleştirmekte bir sorun yok elbet, ama bu gürültülü koronun asıl amacı mı diyelim, zararlı bir yan etkisi mi diyelim, adını ne koyarsanız koyun sebep olduğu ana problem, esas meselenin gözden kaçmasına sebep olmaları.

Bu itibarla, ülkenin iki önemli liderinin ilk randevusuna gündem tavsiyesinde bulunanların niyetini, özellikle daha çiçeği burnunda olan CHP liderine şiddetle 'yol göstermeye' çalışmalarını, olsa olsa, bu görüşme üzerinden Özgür Özel'e hadleri olmadan bir dayatmada bulunmaya çalışmaları şeklinde okumak gerektiğini düşünüyorum. 'Malum yeni bir lider, yeni fikirleri vardır elbet, aynı yola giren kendisinden öncekilerin başına gelenleri de görmüş olmalı, aman aklına 'farklı' fikirler gelmesin.' endişelerinin yankılarını görüyoruz gibi görünüyor.

Zihni bir kuşatma anlamına gelen bu girişimin esas nedeni ise korkuları olmalı... Zira Özgür Özel'in, önümüzdeki dönemde daha da ağırlaşacak olan krizin faturasının yine, yeniden, bir kez daha halka çıkarılmasına karşı çıkma ihtimali bulunması dahi uykularını kaçırıyor olabilir.

Erdoğan’la görüşmesinde hangi tonu kullanırsa kullansın, benim Özgür Özel’e farklı bir tavsiyem, karşısında duran yorgun siyasetçinin yüzüne bir bakması:

2002-2011 arasında düzen tarafından kullanılan, işi biter gibi görününce kendisinden öncekiler gibi buruşturulup atılmaya çalışılan, bunu engellemek için sertleştikçe sertleşmek zorunda kalan ve en sonunda kendisini çıkamayacağı bir köşeye sıkıştıran Erdoğan’ın yüzünde çıkarılacak çok dersler bulabilecektir.

Ülkemizi ve parlamentodaki bütün siyasi partileri kuşatma altında bulunduran düzen tutsaklığından kurtaracak, en azından benim de üyesi olduğum CHP'yi, halkın yoksullaşmasının rıza üreticisi olmaktan çıkaracak halkçı, kamucu, bağımsızlıkçı politikalara yöneltecek bir iklime ihtiyaç var.

Aksi halde, deneyimli bir milletvekili ve siyasi yaşamının büyük bölümünü grup başkanvekilliği yaparak geçiren bir siyasetçi olarak Özgür Özel'in de çok iyi bildiği gibi düzenin siyasetçileri kullanıp atma huyu yine kendini tekrar edecektir.

Özel, eğer kendisinden önce o koltukta oturan Deniz Baykal, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin, Altan Öymen ve Kemal Kılıçdaroğlu gibi neoliberal politikalar sarmalından kurtulma cesareti göster(e)mez ise, ülke ve CHP tarihi Özel’i de kendisinden öncekilerin hizasında konumlandıracaktır.

Diğer bir seçeneği ise partimi ve ülkemi boyunduruk altında bulunduran zincirleri kırarak adının tarihe altın harflerle yazılmasını sağlamak…

En azından benim umudum ve beklentim bu yönde...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...