Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bizim yapmamız gereken

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma günü Türkiye yüzyılı sloganıyla seçim kampanyasını açtı. Tabi, palavralara karnımız tok ama; sürdürülebilirlik, kalkınma, üretim, verimlilik, çevrecilik, dijitallik, yerli ve millilik gibi ana başlıklar altında, eski yaraların dozunda bir şekilde kaşındığı, reaktif değil proaktif olarak söylenmesi gereken her şeyin doğru ve etkili bir şekilde söylendiği bir kampanya olacağı görülüyor. Önümüzdeki haftalarda muhakkak daha detaylı olarak konuşulacaktır, ancak ekonominin durumunun iktidarı rahatça indireceğine, iktidarın zayıfladığına ve kolay lokma olduğuna, adayın, stratejinin ve söylenenlerin pek de önemli olmadığına inananların dikkatle takip ettiğini umuyorum. Tabii seçim kampanyası, iktidara giden uzun bir zincirin sadece son halkası. Seçmeni peşinden sürükleyecek bir kampanyaya giden yol çok daha önce vizyonla ve bu misyona uygun kadrolarla başlar. Kitleleri peşine takacak bir vizyon sahibi olmaya giden yol ise çok daha çetrefilli... Bu yolu döşeyen taşla

Asli oyuncu olamayan karakterler...

Olup bitenlere tanıklık ettikçe, iyi-kötü gibi keskin ayrımlara inanıyorsanız eğer, ülkeyi iyilerin yönetmediği apaçık ortada görünüyor. Ama kötü olan sadece bu değil. Daha da kötü olan, iktidara yakın seçenek olan pozisyonuyla hem bir bütün olarak 6'lı masanın, hem de bu bütünü oluşturan parçacıkların, en iyi tabirle ehven-i şer oldukları şüphesi gittikçe kuvvetleniyor. İyi olmayandan başlayacak olursak, Erdoğan'ın, politik bir figür olarak tek adam pozisyonunda olsa da asıl olarak sermayenin hizmetinde olduğunu ve bu görevini de kusursuz olarak yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar mülksüzleştirme ve birikim ilişkileri çerçevesinde servet transferi yapılırken (pastanın kremasını onun yediği hep iddia ediliyor) arada bir kardeş kavgaları çıksa da, içeride ve dışarıda, hem finans çevreleri hem de TÜSİAD ile özdeşleşen büyük sermaye payını sürekli büyüttü ve halen de büyütmeye devam ediyor. Şimdi ise, partisinin oy tabanına ve arkasındaki sermayeye devlet bankaları üze

Liderlerin yeni tutkusu; kontrolsüz güç...

Erdoğan'ın yarattığı tek adam modeli, Cumhuriyetin üzerinde yükseldiği değerleri tahrip ediyor. Muhalefet de bu tahribata dair örneklerle bu modelin sona erdirilmesi gerektiğini anlatıp duruyor. Sıklıkla vurgulanan, demokrasinin, dolayısıyla da demokratik işleyişin yeniden tesis edileceği vaadi. Hal böyle olunca beklenen, muhalefetin ve bu muhalif iradenin cisimleşerek vücut bulduğu ana muhalefet partisi genel başkanının, Erdoğan'ın kötü örneğinin tersine, elindeki bütün fırsatları kullanarak demokrasinin faziletini kanıtlayan çabalarına tanıklık etmemiz.  Ama beliren alametler, tam aksi yönü işaret ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun Erdoğanvari tek adam davranışları ortaya koyması, toplumun karşısına ona benzeyen örneklerle çıkmaya başlaması, dayatmacı bir siyaset üslubu geliştirmesi, ülkemizin geleceği hakkında kuşku bulutlarının çoğalmasına neden oluyor. Bu endişemin nedeni, Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü ile ilgili verdiği kanun teklifi değil. Bu teklif, Kılıçdaroğlu'nu

Zor kararları verecek bir siyasi irade gerek...

Biz içeride müflis tüccar misali eski defterleri karıştırmaya devam ederken, pek tabii, dünya yerinde durmuyor. Başörtüsü gündeminden, helalleşmeden vs. kafasını kaldırıp dış basına göz atanlar, ö nce Rus doğalgazını Avrupa'ya ulaştıran Kuzey Akım boru hatlarına düzenlenen sabotaj, arkasından OPEC'in petrol üretimini kısacağını açıklaması ve buna gelen tepkilerle birlikte  geçtiğimiz haftalarda bir kez daha dünyanın gündemini enerjinin oluşturduğunu fark etmiş olmalılar. Yaşanan son gelişmeler bana, bu köşede yazmaya başlamadan önce 8 Eylül 2020 tarihinde kendi blogumda yazdığım ''Neden?' sorusunu soramayanlara iktidar yolu açılmaz.' başlıklı yazıyı hatırlattı.  https://www.blogger.com/u/2/blog/post/edit/2987260466734735242/9029448029920355195?hl=tr Uzun yıllardır serbest piyasanın ve sermayenin koşulsuz serbestliğinin Türkiye'yi (ve dünyayı) felakete sürüklediğini savunan birisi olarak dünyada da konjonktürün bu fikri kabul eden bir noktaya geldiğini anlatm

6'lı masada dama oyunu...

Bir hayalin gerçekleştirilmesi için yola çıkılmadan önce, zihinde resmedilerek, olgunlaştırıp, berraklaştırılması arasındaki zaman dilimine kişisel tekamül süreci diyebiliriz. Eğer kurulan hayal siyasi bir mekanizmaya ihtiyaç duyuyorsa, siyasi partiler bunun için bir araç, liderler de amaca giden yolu tarif eden işaretçilerdir. Dolayısıyla esas olan, aynı bütünleşik hedef, yani iktidar için bir araya gelen insanları o hedefe taşıyacak olan şey partidir, ancak iktidara taşınan ise hayal ve tekamül sonucu ortaya çıkan düşüncelerdir. Siyaset tarihi hayalleri peşinde koşan ve partileşerek bunu iktidara taşıyan, taşıyamayan veya daha doğmadan ölen partilerle dolu. Hayallerinin peşinde yürüyen kadim yolcuların başında sosyalistler gelir. Onlar için, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya hedefi hiç sönmeyecek bir ışıktır. İktidar için çıkılan yol, o yolun kuramcıları tarafından genellikle derinlikli analizlerle izah edilmeye çalışılsa da bunun böyle olup olmadığı hayatın içinde sınanır. Hiç kuşkusuz