Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Akbelen'de olan ve olması gereken...

Gezi Parkında mesele nasıl yalnızca birkaç ağacın kesilmesini engellemek değildiyse, elbette Akbelen'de de öyle değil. Olmamalı da zaten... Akbelen işsizlikle, geçinememekle, emeğinin karşılığını alamamakla, talanla, istismarla ve dahi burada bu sütunda saymakla bitiremediğimiz türlü haksızlıklarla karşı karşıya kalanların zihinlerinde biriken öfkenin ortaya çıkardığı bir umut, bir gelecek tahayyülü ve elbetteki siyaseti etkileyecek bir mekanizma kurma arayışıdır. Bu mekanizmayı bazen bir ağacı yok eden balta ya da testerenin sesi, bazen de bir HES inşatına karşı toprağını, suyunu, doğasını savunan köylülerin nasırlı elleri besler, güçlendirir. Bu mücadele bazen inşaattan düşen bir işçinin yerde yatan cansız bedenine yakılan ağıda, bazen de çalıştıkları fabrikada haklarını alamayan, sendikalı oldukları için işten çıkarılan işçilerin kurdukları çadırda söylenen bir türküye ses olur, çoğalır... Akbelen bu arayış ve örgütlenmenin adıdır, aracıdır. Bu görev siyasetindir... Dolayısıyla

Hatasını ilk kabullenen kazanacak...

Son Cumhurbaşkanlığı seçimleri, kaybedenler için büyük hayal kırıklığı ve neredeyse nihilizme varan bir umursamazlık olarak dışarıya yansıyor. Bu öğrenilmiş çaresizlik hali onların, en azından yakın bir gelecek içinde siyasetten pek bir umudu kalmadığını gösteriyor. Böyle hissetmekte haklılar çünkü Türkiye'de hakim siyasetin topluma söyleyebileceği yeni hiçbir şey kalmamış gibi görünüyor. İktidar cephesi, seçime ne kadar zaman kaldığına göre seçim kazanma moduna girerek kırıp döküyor, ardından bir sonraki seçim dönemine hazırlık olmak üzere kırıp döktüğünü derleyip toparlayarak bunun faturasını vatandaşa kesiyor, sonra aynı filmi başa sararak devam ediyor. Eski siyasetin iktidar katında oturmuş kudretli isimleri, Akşener, Davutoğlu, Babacan, Erbakan, Karamollaoğlu'lu yeni muhalefet cephesi ise o parlak günlerin hayaliyle pösteki sayıyorlar... Değişimin en görünür yüzü olan İmamoğlu'nun sızan ya da sızdırılan toplantısındaki katılımcıları görünce, ünlü pamuk prenses kitabınd

Korkuyu yenmek...

Korku bilinen en kötü yol arkadaşıdır. Önce paniğe yol açar, sonrasında ise yöneldiği objeye karşı öfke ve nefrete sebep olur. Beynimiz korkudan kurtulmaya, sakinleşmeye ve rahatlamaya ihtiyaç duyar. Eğer bu kısa sürede gerçekleşmezse, beyin sorun çözme sistematiğini kaybederek felç olur.Bu tehlikeye karşı silahsız değiliz. Örneğin derin dalış derslerinde doğru nefes alma yöntemi olan diyafram nefesi kullanılırsa yeterli oksijen depolanabileceği anlatılır. Doğru nefes almayı bilenler, hem bu yapıda yer alan kaslarının gelişimini sağlıyor hem de korku ve paniğe karşı daha dayanıklı hale gelebiliyorlar. Yok, bu bahsi açmamın nedeni, yaz aylarını tatil beldelerinde geçirip, üstelik denize de girebilen şanslıların yaşadığı ya da yaşayabileceği derin dalış problemlerini Ertuğrul Özkök-vari bir şekilde gündeme getirmek değil. Asıl amacım, insan beyninin sadece su altında değil, günlük hayatın bütün evrelerinde de karşılaştığı sorunları ve bu sorunlara yol açan nedenleri analiz etme ve sorun

Refahı zenginlere, krizi yoksullara...

Geçtiğimiz haftaki vergi zamları fırtınası tüm Türkiye'ye bir kez daha kemer sıkma dönemlerini hatırlatmış olsa gerek. CHP'nin seçim öncesi vaat ettiği 'rasyonel' politikaları uygulamak AKP'li Mehmet Şimşek'e nasip oldu; ancak isimler değişse de krizin faturasının vatandaşa kesildiği gerçeği yine değişmedi. Muhalefetin ise yapılan vergi zamlarına karşı söyleyebileceği gerçekçi tek bir kelime yok, zira seçim öncesi muhalefet tarafından vaat edilenlerin pratikteki karşılığı da tam olarak buydu. Ancak geçtiğimiz haftalarda da değindiğim üzere, yerel seçimler yaklaştıkça bu 'rasyonel' politikaların yerini tekrar seçim ekonomisine bırakacağını öngörmek hiç de zor değil. Zira yine daha önce defalarca yazdığım üzere Erdoğan, neoliberal ekonomik politikaların sürekli kriz üreterek hükümetlere seçim kaybettirdiğini fark edeli çok uzun yıllar oluyor. Yüksek istihdam ve yüksek büyümeyi ne pahasına olursa olsun dış borçlanmayla finanse eden, buna paralel olarak kend

Çürük olan ve binaları yıkan düzen

Kahramanmaraş merkezli 11 ili kapsayan ve resmi rakamlarda dahi 50 binin üzerinde can, 100 milyar dolardan fazla maddi kayba yol açan deprem bir doğa olayıdır; ancak sebep olduğu yıkımı yaratan, bilim ve aklı devre dışı bırakarak yalnızca maddi çıkar peşinde koşan piyasa düzenidir. Bilahare Kastamonu ve depremin vurduğu Şanlıurfa'da yaşanan sel baskınları önlenebilir; Soma, Amasya ve Zonguldak madenlerindeki göçük ve yangınlar da yaşanmayabilirdi. Yaşanan doğal afetlerin bu derece yıkımlara sebep olmasının nedeni imar ve iskan süreçlerinde arazi yapısının ve mühendislik kaidelerinin dikkate alınmaması; ormanlar ve meraların yağmalanması; HES'ler eliyle su yataklarının, akarsuların yer ve yönlerinin değiştirilmesi; maden arama ve çıkarma işlemleri sırasında daha önce meydana gelen göçük ve grizu patlamalarından ders çıkarıl(a)maması… Geçmişte yaşananlarla biriken tecrübeleri ve bilimin yol göstericiliğinde geliştirilen kuralları, insanı ve doğayı koruyacak şekilde uygulayabilsey

Kılıçdaroğlu daha şanslı...

Seçimlerin ardından Kılıçdaroğlu 'keşke aday olmasaydım' düşüncesini aklından geçiriyor mudur bilmiyorum ama, insan eti yiyen balıklarla dolu havuzdan her yanı yara bere içinde ve can havliyle de olsa kurtulduktan sonra kendisini havuza kimin attığını arayan, ancak sorumluluk üstlenen birini bulamayan fıkradaki kahramandan daha şanslı olduğu kesin. Daha şanslı, zira en azından seçimlerden önce CHP Genel Merkezi'ni tribüne çevirip, oturdukları koltukları da vuvuzela gibi kullanıp olabildiğince gürültü çıkararak 'Her şeyimizsin sen, Kılıçdaroğlu!' diye tezahürat yapıp, bunun karşılığında hem kendilerini, hem de neredeyse her biri bir siyasi partinin TBMM'de grup kurmasına yetecek kadar arkadaşlarını değişik illerden milletvekili seçilecek yerlerden listeye yazdıran yol arkadaşlarının şimdi 'karşı tarafa' geçtiklerini gördüğü için, hiç olmazsa havuza kendisini kimin ittiğini öğrenmiş olmalı. CHP Genel Merkezi'nde mutlu mesut günler yaşandı, bitti. Olan