Ana içeriğe atla

CHP'de kimin iktidar olacağı mı, CHP'nin kimin için iktidar olacağı mı?

Demokratik seçimler, halihazırda temel meselelerde hemfikir olan insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme ulaştırmak için kullanılabilecek bir yöntemdir. Bu temel mutabakat sarsıldığında elimizde yalnızca pazarlık ya da (iç) savaş seçeneği kalır.

Ortadoğu’daki çatışmaların seçimlerle değil yalnızca savaş ve pazarlıkla çözülebilmesinin sebebi de tam olarak budur.
Peki bu, ülkemiz iç siyasetindeki büyüyen temel mutabakat eksikliğine nasıl uygulanabilir?

Durumu karmaşıklaştıran şey, Türkiye’de kitle muhalefetini temsil eden CHP ve ittifaklarının, siyaset felsefesinin AKP’nin retoriğinden çok da farklı olmamasından kaynaklanıyor. İktidar erkini devralma istenci ile farklılığınızı dile getirmeniz, onlarla temsil ettiğiniz toplum kesiminin çıkarları adına anlaşmazlık içinde olmanız ve bunu başarmak için de çalışmanız, üstelik bunu da ispatlamanız gerekiyor: Erdoğan eski düzeni bozup yeni bir düzen kurdu; Ama ‘sol’ muhalefet bunun karşısında kendi karşı duruşunu alamadı ya da en hafif tabiriyle bunu gösteremedi.

Bu iki pozisyon simetrik değil. Erdoğan ile liberaller arasındaki çekişme, küresel kapitalizmin içindeki kültürel-ideolojik bir çatışma değil, solun tam da bu küresel kapitalist düzenin kendisini sorgulaması gerekmiyor mu?

Sorguluyorlar mı, küresel kapitalizmin çizdiği sınırlarının dışına çıkabiliyorlar mı tartışmalı ama parti programında açık seçik yazıyor piyasacıyız diye. Yazılı da duruyor. Zaten partinin ekonomi politikaları da öteden beri piyasacıların kontrolünde.
Bu yüzden, bu gün süren tek gerçek mücadele Erdoğan’ın kendi içinde verdiği mücadele.

Erdoğan yüzünden paniğe kapılan liberaller, başkanın uygulamalarının gerçek bir sol ortaya çıkaracak bir süreci başlatabileceği fikrinden nefret ediyor.

Çünkü korkuyorlar. Saldırı argümanları basit, O’nu (Erdoğan’ı) Hitler’in iktidara gelişiyle yaptıkları karşılaştırmadan ibaret. Pek çok Alman Komünist, Nazilerin iktidara gelişini radikal sol için bir şans olarak görmüştü, doğru. Ama bildiğiniz gibi bu değerlendirme Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin düzenle anlaşmasıyla birlikte yıkıcı bir etkiye bürünmüştü.

Şimdi soru şu: Erdoğan’la da aynı durum mu yaşanıyor? Erdoğan, anti-faşist popülist cephelere benzeyen geniş bir cepheyi, yani ılımlı muhafazakarların ana akım liberal ilericilerle ve radikal solla (ya da ondan geriye ne kaldıysa) birlikte savaştığı bir cepheyi bir araya getirmesi gereken bir tehlike mi?

Bence Erdoğan’a karşı böylesi geniş bir cephe, tehlikeli bir yanılgı: Bu geriye kalanların, liberal kurumlara( Merkez Bankası, BDDK vs) kapitülasyon vermesi ve teslimiyeti anlamına geliyor. Yani tarafların arasında nitelik farkı yok; koltuk kavgasıdır yapılan.

Erdoğan’ın yönetiminin Türkiye’yi faşist bir devlete dönüştürme yoluna soktuğu korkusu seçmeni ajite etmiyor. Belli ki böyle bir tehlikenin varlığına inanmıyorlar. Bunu saçma bir abartı olarak görüyorlar: Zaten, O’nun( Erdoğan’ın) niyeti ve yapacaklarını burada tartışmadan söylüyorum ki ülkemiz, doğrudan faşist (Nazileştirme sürecine) izin vermeyecek çeşitli sivil ve siyasi kurumların birikimiyle oluşmuş zengin bir dokuya sahiptir. Üstelik şimdiye kadar bu konuda ortaya çıkan uygulamalar bu tehlikeye işaret etmiyor ve sonuç itibariyle geçmişteki seçim yarışı eşitsiz de olsa, sonuçların güvenilir olmadığına ilişkin bir belge henüz ortaya koyulmadı.

Türkiye’de olan değil ama olması gereken şu: Erdoğan’ın izlediği yol, CHP parti yönetimi başta olmak üzere ülkemizde bir sol radikalleşme sürecini tetiklemeli ve bu süreç bu ülkenin tek umudu.

Bugünkü CHP’nin kalbinde bir kimlik krizi ve bir ideolojik çatışma yaşanmalı ve iktidar mücadelesi şimdiki gibi liberal sağ ile liberal sol arasında değil, liberaller ile sol arasında simetrik hale gelmeli. CHP karar vermeli, iktidar için yanıp tutuşan milyonlarca küçük insanın partisi olacak mı?

Ancak bu çark 2019’ya kadar böyle döndüyse de, artık devam edecek hali kalmadı.

Şunu netleştirelim: Parti içinde kimin iktidar olacağından ziyade, parti kimin adına iktidar hedefliyor bunu tartışmak gerek. Bu arada bu “iç savaşın” doğru adı sınıf mücadelesidir. O yüzden cesaretimizi kaybetmeyelim ve Erdoğan’ın kazara yarattığı bu fırsatı kullanalım.
Erdoğan ve AKP’yi yenmek yetmiyor, verilen mücadeleyi halkın kazanabilmesinin tek yolu, parti içindeki o ‘iç savaşı’ solun kazanmasıdır.

CHP’deki mücadelenin adını doğru koymalıyız ve parti içinde kimin iktidar olacağına değil, partinin kimin için iktidar isteyeceğine odaklanmamız gerekir.


Turgay Develi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen