Ana içeriğe atla

Deniz Baykal'ın Sırtındaki Hançer ve CHP Kurultayı

Erdoğan’ın 18 yıllık iktidarı sonucunda ülkemizi getirip sıkıştırdığı alana baktıkça liyakatsız yükseliş hikayelerine, rantın tek merkezden yönetilmesine ve iktidar partisinin devlete dönüşmesinin örneklerine tanıklık ediyoruz. 

İşsizliğin çığ gibi artması, emeklilik koşullarının ağırlaşması, sendikal hakların ortadan kaldırılması ve köylünün toprağından sürülmesi süreçlerini yaşadık. Şimdilerde meslek odalarının işlevsizleştirilmesi uygulamalarına tanıklık ediyoruz ve yakın zamanda da sosyal medyanın kısıtlanmasıyla ilgili ‘tedbirler” gelecek gibi görünüyor.

Erdoğan ‘eski’ye dair ne varsa çöpe atıyor.

Ordusu, polisi, istihbaratı, yargısı, yasaması ve yürütmesi başta olmak üzere İHA'sı, SİHA'sı, tankı, topu, tüfeği, tabancası ve (ülkemizde Diyanet işleri Başkanlığı) diğer bütün örgütlenmesi ile Erdoğan artık devlet olarak cisimleşti. 

Ama, ülkemizde yaşananları, hedefe sadece Erdoğan’ı oturtarak okumak ve onu gönderirsek her şeyin güzel olacağını vaaz edenlerin, Erdoğan’ın tek elde topladığı mekanizmayı, kimin adına kontrol ettiğini, o devletin kimin çıkarlarını koruduğunu ve hangi sistemin sürekliliğini sağladığını açıklamaları gerekmiyor mu?

Erdoğan gidince yerine gelme iddiasında olanların vaat ettiği gelecek ne? Erdoğan öncesi dönemde de yoksulluk milyonları yakarken, işsizlik artarken, özelleştirme adı altında sermaye birikimleri sağlanırken asker, polis, istihbarat hangi düzeni, kime karşı savunuyordu?

Erdoğan’ın SİHA'sı ve İHA’sını eleştirirken, öncesinde de Türkiye’nin dünyanın silaha en çok para harcayan ülkeler sıralamasında hatırı sayılır bir yeri olduğunu unutmamız mı isteniyor?

Şimdilerde Erdoğan artık sosyal medyaya bile tahammül edemiyor ya, karanlığın koyulaştığı bu günlere örnek gösterebileceğimiz Kenan Evren’in döneminde, “netekim” internet olsaydı açık bırakacağını mı sanıyorlar? Filmleri, kitapları, dergileri yakmadılar mı?

Siyasi partileri, gazeteleri, sendikaları ve tüm dernekleri, vakıfları kapatan Evren kimin adına yapmıştı bu işleri?

Sözü fazla uzatmanın bir anlamı yok; şu günlerde, yeni bir sermaye birikim krizi yaşanırken, 12 Eylül’de silah namlusu altında gerçekleştirilen ‘iş ve işlemler’, şimdi medyanın yüzde 95’i kontrol altına alınarak, toplumsal muhalefet sindirilerek yapılıyor. Muhalefet de zaten bu yeni sermaye birikim sürecine itiraz etmiyor; itirazları sadece " Bu kadar da olmaz ama!" etkisindedir.

Siz hiç yoksulluğun, gelir dağılımı adaletsizliğinin, işsizliğin, özelleştirme adına yapılan talanların bu adaletsiz ekonomik sistemden kaynaklandığından, sorunun yürürlükteki rejimden değil, düzenin bizatihi kendisinden olduğundan bahsettiklerini duydunuz mu? 

Oysa ,1980 darbesi ile devlet mekanizmaları yenilenip değiştirilir, toplumun zihni altyapısı yeniden kurgulanır, medya yeni patronajlarla tahkim edilir ve yeni sermaye ya da servet birikim yöntemleri oluşturulurken de bunları yaşadık. 1994 Gümrük Birliği anlaşması, 1999 krizi bahane edilerek Kemal Derviş eliyle çıkarılan yasaların tamamı devlet içindeki yapıların, devleti kontrol eden sermayenin ihtiyaçlarına göre yapılan düzenlemelerdi.

Siyasi partiler de bunun birer parçasıdır. Menderes ve Demirel'e karşı askeri darbe, gelişlerinin aksine, sonradan sırtlarını NATO'ya döndükleri için yapılmıştı. Deniz Baykal da darbeyi aynı merkezden, ABD'nin istediği Irak teskeresinin engellenmesi ve yeni Türkiye'nin önündeki yolun açılması için yedi. CHP'nin tıkadığı o yolu, Baykal'ı yine böyle 'garantili!' bir kurultaya 10 gün kala indirerek ödettireli 10 yıl oldu. CHP, Baykal'ın hala sırtında saplı duran o hançerin hesabını sormadığı, soramadığı sürece bu tür müdahalelere karşı savunmasız kalır. CHP'nin kendini savunamadığı bir iklimde Türkiye'nin bağımsızlığından söz etmek abesle iştigalden başka bir şey değildir.

15 Temmuz darbesi ise Erdoğan'ın "iç düzen pozisyonunda" saf değiştirmesi kaynaklı sert bir vuruştu. Erdoğan ve Ak Parti'nin yapabildiğini, Baykal ve CHP yapamadı. Bunlar Türkiye'nin hangi sistem içinde kalması gerektiğinin "hatırlatıldığı" dokunuşlardı!

Bazen darbe, bazen muhtıra, bazen de ekonomik krizler bu tasfiye ve yeniden yapılanma süreçlerinin dinamiğini oluşturur. Kimilerinin iddia ettiği gibi devlet geleneği yerle bir edilmedi. Biçim değiştirse de esas açısından sürekliliği devam ediyor. Devlet görevinin başında ve sermayenin çıkarlarının kesintisiz olarak korunmaya devam etmesi için düzenin işlemesini sağlıyor.

Başta Koç ve Sabancı ailesi olmak üzere uluslararası tekellerle bütünleşmiş TÜSİAD ve MÜSİAD sermayesinin Erdoğan'ın iktidarında servetlerini katladıklarını ve bir kaç ' aman ha düzeni bozacak işler yapma!' uyarısı anlamına gelecek ikazlarının dışında bir serzeniş bile duymamanız tesadüf olabilir mi? 

Ülkemizde yaşanan her şeyin sevabını-vebalini Erdoğan'a yazmak; hatta sosyal medyayı sınırlamasını gençlerle yaptığı bir programda aldığı dislike'larin like'lardan fazla olmasına yorumlamak, hadi cahillik demeyelim de, yanıltıcı olur! Böyle zannedenler ya da bizim buna inanmamızı isteyenler, Erdoğan'ın ergen tavrı gösterdiğini, kızdığı için sosyal medyayı kısıtlamaya gittiğini sanıyorlar her halde! Yani diyeceğim o ki, şahıslara, isimlere, olaylara fazla anlam yüklemeyelim. Bunları konuşurken isimlerde, eylemlerde, tarihlerde kaybolmayalım.

Tüm bu tartışmalar ışığında, Kurultay Delegeleri, Partinin yönünü tayin edecek politikalara karar verecektir. 

Turgay Develi
24. Dönem Adana Milletvekili.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...