Ana içeriğe atla

Erdoğan'ın Korkusu Muhalefet Değil

Erdoğan, yaşamı boyunca hizmet ettiği sınıf şimdi kendini yok etmek için bütün yolları denerken, kendini savunacak mekanizmayı oluşturamamanın çaresizliğini yaşıyor. Başkomutanı olduğu bir ordu, iki dudağının arasına bakan on binlerce polis, MİT ve benzeri teşkilatlar ile hazine, merkez bankası, varlık fonu başta olmak üzere ülkenin bütün değerleri kontrolünde olmasına rağmen, hala iktidarını koruyup sürdürecek kadar rıza üretemediğini düşünüyor olmalı ki, 'kültürel hegemonya kuramadık' itirafında bulunarak, zihni bir ızdırap içinde kıvranıp, çaresizlik girdabında boğuluyor. 

Çok ihtiyaç duyduğu o hegemonyanın inşasının, satın alınıp itaat beklenen zihni tutsaklarla gerçekleştirilemeyeceğini ve başka kültürlerin zihinsel cariyeleri ile yeni bir yaşam ideali oluşturamayacağını bilmiyor olabilir miydi? Cahiller ordusunu karanlıklarda tutan yaratma, üretme  mekanizmasını tıkayan, zihinsel tekamüllerinin gerçekleşmesini engelleyen sadakat ve itaat ile gelinecek nokta da burası oluyor. Biliyoruz.

Hep korktuğu an da gelip çattı işte. Kendine düşmanlık yapan başkentlerin politikasını oluşturan ve onların zihin dünyasının yansıtıcısı olan yayın organları açıkça manşet atıp köşe yazılarında 'O gitmezse Türkiye bitecek' diyorlar. Washington, Berlin, Paris ya da Londra, DW, Financial Times ya da New York Times veya sahibinin sesi hangi televizyon, gazete, dergi aklınıza gelirse gelsin.

Daha Başbakan bile değilken düşünce kuruluşlarının fikri zemin oluşturmak için toplantılarına konuşmacı olarak davet ettikleri, Beyaz Saray'da ağırlayıp birlikte fotoğraf vererek Türkiye kamuoyunda meşruiyetini inşa ettikleri Erdoğan'ı şimdi manşetlerle tehdit ediyor, muhalefet ile işbirliği yaparak iktidardan inmeye zorlayacaklarını söylüyorlar. Bunun ne demek olduğunu biliyor, çünkü kendisine yol açılırken test etmişti.

"Kültürel hegemonya kuramadık" itirafına dayanak olan gelişmeleri ne zaman gördüğünü, kendini ne zaman güvene almaya çalıştığını, direnç üreten politikalarını, yakından izleyerek tanıklık ettik. Şimdi, kendisinin 'Dünya beşten büyüktür' diyerek eleştirdiği küresel düzenin çarkları arasında yok edilme yolunda olduğunu, 12 Eylül'den sonra iş başına gelen haleflerinin başına gelenlerin (siyaseten tasfiye) kendine de reva görüleceğini bilerek, görerek, kendisinin de bu muameleye maruz kalacağını bilmek bütün zihin kolonlarını geriyor, kas reflekslerini harekete geçiriyor olmalı. 

Kolay değil. Oysa zor olanı başarmıştı. Milli görüş içerisinde başlayan mücadelesi ile İstanbul Belediye Başkanlığı ve 18 yıllık Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı ile birlikte güce erişmiş ve onu kullanma erkine ulaşmıştı. Ama artık ayakta durma takatının kalmadığını gördüğünü 'kültürel hegemonya kuramadık' kelimeleri ile anlatırken, aslında yaşadığı pişmanlığı, hatta yenilmişliği resmediyor.

Şimdi, iktidardaki 20 yıla yaklaşan tecrübesinin, elindeki paranın, silahın ve ordunun toplumda rıza üretemediğini gördüğünde, o kültürü inşa edemediği, o inancı içselleştiremediği çoktan açığa çıkmıştı. Son bir can havliyle bunu önlemeye çalışacak şekilde bir huruç harekatına hazırlansa da, 'ne istedilerse verdiği', birlikte yollar yürüdüğü cemaatler, dini vakıflar, devletin ve uluslararası güçlerin derinliklerindeki farklı yapıların ya da kim bilebilir belki de' mahcubiyet'ten kurduğu ittifakların, meşruiyet sağlamak için akıttığı trilyonlarla kurulan gazete ve televizyonların sırtını dönemeyecek kadar fırsatçı ve yeni döneme ayak uydurmak için planlarını ona göre yaptıklarını biliyor olabilir. Mümkündür. Çünkü oradan geliyor. Kendi tabiriyle 'ciğerlerini' biliyordur!

İmamdan TÜBİTAK Başkanı, müezzinden müsteşar, oğlunun İmam Hatip Lisesi'nden arkadaşını bilmem nereye Genel Müdür atayarak, işleri ihalesiz vererek ya da üniversitelere rektör atadığı din görevlileri eliyle zihni tasarım yapılamayacağının ve çabalarının nafile olduğunu da öğrenmiştir belki. 

Servete boğarak yarattığı 5 büyük müteahhide aldırdığı televizyon ve gazetelerin, fikren cahillerin yönetiminde çöp hükmünde olduğu da ortada. Hepsi birden servet birikimini tamamlayıp, propagandasını yaptıkları yaşam biçiminin tersine düzene eklemlenip, kendi çocuklarını ve iç ettikleri paraları yurt dışına göndererek 'ertesi gün' için pusuda.  

Yandaşlar bu hazırlığı yaparken, kara kaşımız gözümüz(!) hatırına demokrasimiz için savaşıp bize yardım eden unsurların, Türkiye içinde örtülü ya da örtüsüz olarak fonladıkları gazete, haber portalı, blogger, youtube kanalları ve her çeşit kalem ve söz erbabı ile Erdoğan'ı 'otoriter',' faşist',' kibir tutsağı' olarak damgalayıp şeytanlaştırarak yaşananların tümünü onun omuzlarına yüklemelerinin nedenini doğru tespit edemez isek, başımıza saracakları başka 'Erdoğan'lardan da yakayı kurtaramayız!

Türkiye'de insan hakları ihlalleri, özgürlük alanlarının sınırları konusu, hukukun iktidarın ağzının içine bakması, adaletin sınırlarını gücün çizmesi, basının Cumhuriyet, Oda Tv ve Tele 1 ve diğer örneklerindeki cezalarla kontrol altında tutulması gibi şimdi öne sürülen gerekçeler ülkemizde her zaman için netameli konulardı. Askeri darbeleri alkışlayanlar, kalkışmalara ses çıkarmayanlar, on binlerce yurtseverin akıbeti hala belirsiz iken, gençler, kadınlar, çocuklar, şehirlerin meydanlarında bombalarla parçalanırken zevahiri kurtarmanın dışında ölü taklidi yapanlar şimdi açıkça Erdoğan'ın kellesini istiyor, o gitmezse hali pür melalimizin kötü olduğunu açıkça yazıyorlar.

Bütün bunları da demokrasi kalıbının içerisine yerleştirip sanki bizim iyiliğimizi istiyormuş gibi yapıyorlar.

Biliyoruz ki, onların demokrasi talepleri sadece piyasa için. Erdoğan o sınırı açtığı için de yok etmek istiyorlar. Kendi düzenlerine akması gereken servetleri, ahbap çavuş ilişkisi ile yandaşlarına akıttığı için kızgınlar ve sistemde açtığı gediklerin büyümesinden korkuyorlar. 

Milyon tane dolaylı gerekçe sunsalar da bunun bir tek nedeni var: Erdoğan NATO'ya bağlılığını sunmaya devam etse, Birleşmiş Milletler'e sadakatini sürdürse de, 'piyasa demokrasisine' saldırdığı, yani onların kurdukları düzen çemberinin dışına doğru yaptığı hamleler nedeniyle cezalandırmak istiyorlar.

Dün Erdoğan'ı başkentlerinde ağırlayıp Türkiye'ye resim verirken, gazetelerinde manşet attırıp köşe yazıları ile yön verirken, içeride satın aldıkları, besledikleri koca koca gazetecilere, yazarlara, kamuoyu araştırmacılarına, büyükelçilerine talimat verip Erdoğan'ı iktidara neden hazırladıkları, hangi çarkın dönmesi, hangi görevleri yerine getirmesi için getirdilerse şimdi tam da o görevlerini eksiksiz olarak yapmaktan vazgeçtiği, artık sözlerini dinlemediği, yoldan çıktığı için terbiye etmeye, altına verdikleri koltuğu bu kez almaya çalışıyorlar. Parlamentodaki bütün muhalefet partilerine savundurttukları, piyasanın demir yumrukları olan  BDDK ve Merkez Bankası'na yaptığı müdahaleleri, düzenlerinin çarkının arasına atılmış bir çelik bilye olarak görüyor ve kabullenemiyorlar.

Erdoğan'ın yaptıkları telafi edilir de, halkı canından bezdiren bu hakimiyet, bu hegemonya, ülkenin üzerinde istediği atı koşturan bu güç tartışılmaya başlandığında, oradan açılan kapıdan ezilenler gerçek çıkışı aramaya başlarsa, asıl dertleri başlayacak bunu da biliyorlar. Onu şeytanlaştırmaya çalışan, o giderse her şey güzel olacak diye vaaz verenlerin amacı başımıza yeni 'Erdoğanlar' dikmek. 

Bize düşen ise, bu kirli düzenin karşısında umudu örgütlemek.  

Turgay Develi

24. dönem Adana Milletvekili.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...