Ana içeriğe atla

Bal Tutan Parmağını Yalayanlar

40 yıllık gazetecilik tanıklığımla söylemeliyim ki; 'bal tutanın parmağını yaladığı' ülkemizin her köşesinde belediye başkanı, belediye meclis üyesi ya da belediye bürokratı olup da siyasetin bu 'yerel' versiyonu ile servet birikimi sağlamayan tek kişi yoktur; varsa da bu istisnai bir istatistiki veridir. 

Yerelde gerçekleşenler dışında, TBMM'de 24. dönem Milletvekilliği de yapmış biri olarak, CHP parti ve grup yönetimi kararıyla TBMM KİT komisyonunda, şimdi TBMM Başkanvekili olan Haydar Akar, eski Genel Başkan yardımcısı Aykut Erdoğdu, rahmetli Kamer Genç, Tufan Köse, Mevlüt Dudu ve komisyona giren çıkan bir çok arkadaşımızla birlikte 4 yıl süren denetim görevimiz sırasında da tanıklık ettik ki, Sayıştay denetçilerinin raporlarıyla ispatlanan merkezi devlet yapısı içindeki kirlilik, soygun ve talan mekanizması da öteden beri çalışıyor.

Tüm bunlar, hem merkezi düzeyde hem de hemen her şehirde yaşanan ve bunları denetlemek, takip etmek, önlemek ve suç oluştuğunda tespit edip hakkında işlem yapmakla yükümlü olan kolluk güçleri ve adli bürokrasinin kısmen ortaklığında, kısmen göz yummaları sonucunda ve kısmen de elleri bağlı olduğu için, hem onların hem de halkın gözleri önünde gerçekleşiyor. 

Sadece bir kaç örnekleme yapacak olursam; her biri Sayıştay denetçilerinin kılı kırk yaran denetimleri sonucu ortaya çıkarılan; 

- Kamu bankalarının yurtiçi ve yurtdışı işlemlerinde yaptıkları ve bu nedenle bugün halen bir kısmı ABD'de yargı konusu yapılan milyarlarca dolarlık iddialar; 

- Kömür, gaz ve petrol ruhsat, alım ve işlemlerinde yüz milyonlarca doları bulan hukuksuz iş ve işlemler; 

- TEDAŞ çatısı altında elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi sırasında kasada para bırakılması, devredilen ama mülkiyeti kamuya ait arsaların satılarak imara açılması işlemleriyle milyarlarca dolar;

- ARİA ve AVEA'nın  uydu frekanslarının Sayıştay'ın bütün itirazları, bizim de ısrarlı takiplerimize rağmen geri alınmayarak devredilen şirketin üzerinde bırakılarak peşkeş çekilmesi; 

- Şeker fabrikaları ve faaliyette olan birlik ve kooperatiflerdeki soygun ve talanın kapsam ve ayrıntılarını; 

- Şeker kotaları belirlenirken, kotalar belirlendikten sonra kota üzerinde üretim yapan fabrikaların ürettikleri şekerleri yurt içine satarak hem insanının biyolojik yapısını tahrip ederek elde edilen yüz milyonlarca lirayı;

- Denetim mekanizmasını ortadan kaldırmak ya da denetime uğramamak için siyaset ve siyasetçilerin nasıl finanse edildiği ve; 

Tüm bunlar görülmesin, bilinmesin diye de yetkili olanların yasal olmayan iş ve işlemleri talimatlandırdıklarını ve bu belgelerin altına nasıl da fütursuzca imza attıklarını ispatlayarak anlattığım konuşmalar TBMM tutanakları ile internet ortamında duruyor. 

Gazetecilik sürecinde deneyimlediklerime bir kez de milletvekili olarak tanıklık ettim ki; ülkemizin soyulması ve insanların yoksulluğunun nedeni tek tek kötü niyetli kişilerin yaptığı bir soygun/sömürü eylemi değil, düzenin bir işleyişi. 

Bu bağlamda;

- Toplumda işlevi ve sıfatı ne olursa olsun; yereliyle, geneliyle siyasetçi, merkezi ya da yerel yönetimlerde bürokrat;

- Yaygın, dijital, yazılı, sözlü ya da yerel medyada yandaş ya da candaş medya sahibi, yöneticisi, yazarı, muhabiri veya;

- Toplum hizmeti gibi sunulan ya da zannedilen çoğu meslek örgütleri, odalar veya dernek ya da vakıflar;

bunların tamamı sistemden paylarını almak üzere oluşmuş ya da oluşturulmuş düzeneklerdir.

Bütün her şey çırılçıplak ortadayken, bugün her gün televizyonlarda gördüğünüz, yazıları milyonlarca kişi tarafından takip edilen yazar, çizer, gazeteci şapkalı ve adlarının önünde 'dürüst, güvenilir, araştırmacı' sıfatları bulunanların hiç ama hiçbiri ile halkın parlamentoda görevlendirdiği hiç bir siyasetçi, parti yöneticisi, bizatihi düzenin kendisinin bir soygun ve yoksulluk mekanizması olduğu konusunda tek satır yazmıyor, tek kelam etmiyor.

Özelleştirme adı altında kapatılan fabrikaları, kökü kazınan tarım birliklerini, gübre ve ilaç fabrikalarını, limanları, tersaneleri isimleriyle sıralıyorlar ama bunun neden, niçin, niye ve kimler eliyle yapıldığını söylemiyor, yazmıyorlar.

Aralarında, topraksız kalan köylü, işi elinden alınmış işçi, iş bulamayan genç, polis, esnaf ve memur, ev hanımı gibi sadece istatistiklere yansıdığı kadarıyla günde en az 30 ve muhtemeldir ki bu rakamın çok çok üstünde insanın intihar ettiği ülkemizde, sanki insanların canına kıymasına neden olan yoksulluğun bir nedeni yokmuş gibi davranarak da bu sebebin insanlar tarafından görünmemesi için önüne set çekiyorlar.

Tüm bu yaşananları, sadece adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk, işi bilmemek, kötü niyet olarak görüp eleştirmek iki yüzlülük ve halkı kandırmaya çalışmaktan başka bir amaç taşımıyor. Böyle yaparak  yaşananları istisna ve kötü niyetli kişilere indirgeyerek ve hedefe de onları koyarak siyaset ya da gazetecilik yapmak ancak bütün insani değerleri yitirmekle mümkündür ve bunların adlarının önündeki sıfatları ne olursa olsun, artık düşkünlük safındadırlar.

Ülkemizin üzerine çöken kasvetin sebebi, sadece siyasetin değil, asıl onunun da yol gösterici olarak  geleceği oluşturma iradesine sahip olması gereken aydınların entelektüel kapasitesinin yetersizliği. 

Fetret sürecini sonlandıracak olan da tarihin doğru tarafında duracak aklın gereken zihni birikimi üretmesidir. 

Bu ilişkiyi kurup yaşamın bütün alanlarında yeni bir momentum yaratacak, siyasetin domino etkisini başlatacak olan ise kişisel ikbal için düzene rıza üretenler değil, ruhunu satmayı reddedenler olacak. Başka bir Türkiye mümkün olmalı, olacak. 

TURGAY DEVELİ
24. Dönem Adana Milletvekili.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...