Ana içeriğe atla

'Milli' Günlerin Ömrü!

Bir savaşı kazanan, zaferini ölümsüzleştirmek adına, o olayı tarihe mal etme çabası içine girer. Bunun sonucunda da ortaya milli günler, milli bayramlar çıkar. İnsanlık tarihi bu şekilde yenenin bayramlarla kutladığı, yenilenin ise boynunun vurulduğu, hapislere tıkıldığı, sürgünlere yollandığı nice savaş, kuşatma ve darbelerle dolu.

Çok derin toplumsal kırılmaların ardından oluşan büyük konsensuslar sonucu gerçekleşenler haricinde, genellikle her milli gün ya da bayramın ömrü, onu ilan eden siyasi iradenin hayatı kadar oluyor.

Sayısız örnek arasından seçmek gerekirse, ikinci meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı gerçekleştirilen, on üç gün süren, bir milletvekili, bir nazır, çok sayıda da asker ve sivilin hayatını kaybettiği, 70 kişinin idam edildiği ve yüzlerce kişinin hapsedildiği kanlı 31 Mart Vakası (1909) örnek verilebilir.

Kanlı iktidar mücadeleleri yeryüzünün her köşesinde aynı sonucu doğuruyor: İktidar el değiştirir ve yeni iktidar anıtlarla kutsanır! Bu olayda da ölenlerin anısına İstanbul'un en işlek noktalarından birinde, bugün çoğu kişinin farkında dahi olmadan önünden geçip gittiği Abide-i Hürriyet anıtı dikilidir. 

İktidar sahipleri ellerine geçirdikleri ya da tuttukları gücün devamlılığını göstermek açısından uygun gördükleri bir günü de bayram ilan ederler. Hatta öyle bir gün bulunması için memurluk kurulmuşluğu bile var!

Bunun en iyi örneklerinden birisi olarak da yine Osmanlı İmparatorluğu'nda ikinci meşrutiyetin ilan tarihi olan 23 Temmuz gününün İyid-i Milli (Milli Bayram) olarak ilan edilmesini gösterebiliriz.

İmparatorluğun tek millî bayram olan İyd-i Millî'nin kutlanmasına 1923'ten sonra da devam edildi. 1934 yılında son kez kutlandıktan sonra 27 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun" ile birlikte sadece 29 Ekim'in millî bayram olarak kutlanmasının kabul edilmesiyle de kaldırıldı.

Milli bayram ya da milli günlerin ömrünün, onları ilan eden siyasi iktidarın ömrü kadar olmasının bir diğer örneği de 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından muzafferlerinin buyruğu ile kutlanmaya başlanan 'Hürriyet ve Anayasa Bayramı'dır.  

Bayramın kabulü ile ilgili tartışmalar yaşanırken, dönemin iktidar partisi milletvekili CHP'li Emin Paksüt'ün TBMM salonunda yaptığı konuşmada sarf ettiği, "27 Mayıs'a karşı olmak Türk Milletine karşı olmaktır." sözünün şablonu ve üslubu ile, bugünkü AKP milletvekillerinin iktidar gücünün hastalıklı diliyle konuşma alışkanlığı arasındaki benzerlik dikkat çekici. İktidar tek tipleştiriyor! 

Dönemin Adalet Partisi milletvekili Ömer Faruk Sanaç'ın, o günlerdeki siyasi ortamın 'nezaketine' uygun bir cümle kurarak kanunu destekleyeceklerini ifade etmesi ve Başbakan İnönü'nün de durumu özetleyen 'Bütün partiler durumun farkında..." sözleri, neredeyse 100 yılı aşan bir zaman diliminde Türkiye'de siyasetin yapısının ve üslubunun değişmediğinin açık bir kanıtı olarak arşivlerde duruyor.

Öncekilerin olduğu gibi bu bayramın ömrü de bir sonraki darbeye kadar oldu ve 12 Eylül darbesini yapanlar tarafından kaldırıldı. 

Tarihimizde muzafferlerinin bayram veya milli birlik günü ilan etmedikleri, anıt dikmeye ihtiyaç duymadıkları daha bir çok kalkışma ve isyanlar yaşansa da gerçek değişmiyor; iktidardan düşenin adı da bayramı da tedavülden kaldırılıyor. Dolayısıyla şimdi milletçe huşu içinde kutlansa da 15 Temmuz 'Demokrasi ve Milli Birlik Günü'nün akıbetini tarih kaydedecektir.

Tedavülden kalkmayan şey ise insan onuru ve onun zulme başkaldırma bilinci. Hiç bir kişi, güç ya da sınırsız zor kullanma kapasitesine sahip iktidar, bunu yok etmeyi başaramadı.  Hikayelerimiz, öykülerimizle, şiirlerimiz, şarkılarımızla hazırlanıyor, çoğalıyor, örgütleniyoruz; insanın insana ettiği zulme son vereceğimiz o büyük güne...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen