Ana içeriğe atla

Sığınmacılar, Fonlar, At İzleri, İt izleri...

Türkiye'de göçmenler, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili tartışmalar yakın zamanda bitecek gibi görünmüyor. Sayıları milyonlarla ifade edilen Suriyeli sığınmacılarla ilgili kavga-gürültü tam gaz devam ederken son haftalarda yeni gündemimiz, sınırı güle oynaya geçerek Türkiye'ye akın akın gelen Afgan sığınmacı kafileleri. Afganistan Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde "Afganistan'dan 10 milyon kişi göç edebilir." diyerek ülkemizdeki tartışmaların ateşine benzini de dökmüş oldu.

Konu çok kapsamlı olduğu için tartışmaların da birçok farklı boyutu oluyor ve gündemde çoğu zaman tabiri caizse at izi it izine karışıyor.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun vatandaş, ülkeye bu derece kontrolsüz bir şekilde sığınmacı alınmasına samimi olarak anlam veremiyor. İnsani sebeplerle açıklamaya çalışan var, 'din kardeşliği' diyen var, toplum yapısını değiştirme amacıyla hükümet tarafından tertiplenen bir 'demografik işgal' olarak tanımlayan var. Ancak sokaktaki vatandaşların büyük bir kısmı hükümetin bu göçmen politikasını tam olarak anlamlandıramıyor.

Çoğu iktidar partisi destekçisi olan dar gelirli vatandaşlar, işlerini ellerinden alan ve mahallelerinde ciddi asayiş problemleri yaratmaya başlayan sığınmacılar sebebiyle hükümete şaşkınlıkla karışık isyan ederken; laik kesim ise takip ettikleri 'muhalif', 'bağımsız' ve 'modern' gazeteci ve akademisyenler arasında aniden türeyen hümanizm soslu sığınmacı sevdasına anlam vermeye çalışıyor. 

Yurtdışından fonlandığı 'ortaya çıkan' gazeteciler, batılı vakıflar ve üniversitelerce desteklendiği (ilginçtir yeni) anlaşılan akademisyenler ve yurtdışında yaşayıp Türkiye'de sığınmacılardan şikayet edenleri faşizmle suçlayan 'aydınlar', normalde kanaat önderliği yaptıkları 'beyaz Türk' takipçileri arasında ciddi bir infiale neden oldu.

Gerek göç mefhumu, gerek yabancı düşmanlığı yeni birer konu olmadıkları gibi, tarihte ilk kez 2021 Türkiye'sinde yaşanan şeyler de değil. 

Savaştan ve zulümden kaçarak Türkiye'ye sığınan insanlara elimizden gelen yardımı göstermek, çalışarak hayatta kalabilmek amacıyla ölümü göze alarak binlerce kilometre kat eden insanlara kucak açmak, kendine Türkiye'de bir hayat kurabilmeyi başarabilmiş olanları topluma kabul ve entegre etmek, tek amacı kayatta kalabilmek, çalışabilmek ve belki ülkesinde kalan ailesini besleyebilmek olan bu sığınmacıları ırkçılık, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığından koruyabilmek, bana göre önce insan olmanın, sonra da sağlıklı bir toplum olmanın gerekliliklerinden birisidir. 

Ancak insanlık ve hümanizm perdesinin arkasına saklanarak başka amaçlar peşinde koşanların izini at izlerinden ayırmak ve bunların ipliğini pazara çıkarmak da sağlıklı, adil ve müreffeh bir ülke ve toplum için olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

Bu bakımdan hayattaki her şeyin olduğu gibi bu sığınmacı konusunun da ekonomik ve pek tabii sınıfsal olduğunun farkına acilen varılması gerekiyor. 

Sermayenin ve batılı vasilerinin çıkarları söz konusu olduğunda her seferinde 'mucizevi' bir şekilde hükümetle yan yana gelen sözde muhalif Türkiye 'liberal'lerinin ve milli görünümlü neoliberal Ak Parti hükümetinin, sığınmacılar konusunda neden ve nasıl yan yana geldiğinin anlamlandırılabilmesi için meseleye doğru açıdan bakılması büyük önem teşkil ediyor.

Sermaye açısından, hükümetin ülkeyi kontrolsüz bir şekilde sığınmacılarla doldurması, güvencesiz ve her daim karın tokluğuna çalıştırılan köle pazarının genişlemesi, yani onlar açısından dişlerine değecek taze kandır. 

Yasin Aktay'ın "İşverenler, yatırımcılar, sanayiciler Suriyelilerden çok memnun. Suriyelileri çıkartın bu ülkenin ekonomisi çöker." demeci olsun, Mehmet Özhaseki'nin "Sanayiyi mülteciler ayakta tutuyor." beyanı olsun, aslında hükümetin ve sermayenin bu sığınmacılara bakış açısının birer itirafından fazlası değil. 

Keza Ak Parti'lilerin göçmen sevdasını, yabancılara olan muhabbetini ve yaradılanı yaradandan ötürü sevme düsturunu Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'nde işkence sonucu öldürülen Nijerya'lı göçmen Festus Okey'in 14 yıl süren davası boyunca da gören duyan olmamıştı zaten.

Olaya hümanizmin arkasına sığınarak yaklaşan, şikayet edeni faşist olarak yaftalamakta mahir liberal gazeteci ve akademisyenler ise ne hikmetse yaptıkları yayınlarda, paylaştıkları fotoğraflarda ne köle gibi çalıştırılan ve bir göz odada 10-15 kişi yaşamak zorunda bırakılan sığınmacılara, ne büyükşehirlerin gettolaşan mahallelerinde bozulan asayişe, ne de işini karın tokluğuna çalışan bir sığınmacıya kaybettiği için yoksulluk ve çaresizlikten kendini asan vatandaşlarımıza yer vermeye pek yanaşmıyor. 

Aksi gibi, katlanılamaz yaşam koşullarından şikayet eden vatandaşlarımızı ırkçılıkla suçlayanlar, asıl ırkçılığı yaratacak olanın, hali hazırda ekonomik gücü yerlerde sürünen bir ülkenin kontrolsüzce sığınmacı alması sonucu ortaya çıkması muhtemel iktisadi bunalım ve bunu takip edecek olan sosyal patlama olacağının da ya farkında değil, ya da bilerek görmezden geliyorlar.

Keza bu aşırı hümanist gazeteci ve akademisyenlerden, manavda karpuz seçer gibi üçer beşer mülteci seçen, kalan milyonları da Türkiye'ye 'iteleyen' Avrupa Birliği'nin göçmen politikasına karşı da tek söz duyamıyoruz.

Vatandaşın bu kadar dertli olduğu bir konuda takınılan bu tavır doğal olarak dikkat çekiyor ve tepkilere yol açıyor. Dolayısıyla 'yetmez ama evet' faciasından sonra bir kez daha yurtdışı destekli Türkiye liberallerinin bayağılıkları ortaya saçılmış durumda.

Yurtdışından fon almak pek tabii suç değil, keza basının ve akademinin ciddi bir baskı altında olduğu Türkiye'de basın, düşünce ve ifade özgürlüğünün kırıntılarının dahi korunması çok önemli. Kaldı ki yandaş basın, sığınmacılar konusunda aynı noktada durdukları halde hali hazırda yurtdışından fonlanan basın organları üzerinden tüm muhalif duruşu yaftalayarak yine bir 'dış güçler iktidarı yıkmak istiyor' ajitasyonuna başlamış durumda. 

Ancak yine de, yaşanan her olayı ve ortalığa saçılan her kirli çamaşırı 'Bunların konuşulması iktidara yarar' bahanesiyle sümen altı etmenin yanlış olduğu; aksine bu fonları almayı 'başaran' gazeteci ve akademisyenlerin bağımsızlık, tarafsızlık ve hümanizm palavralarının arkasına gizlenmiş propaganda faaliyetlerinin açığa çıkması bakımından bu tartışmaların faydalı olduğu kanaatindeyim. 

Özetle, 'muhalif' liberallerin sermayenin ve batının çıkarları söz konusu olunca yine 'mucizevi' bir şekilde hükümetle yan yana geldikleri; 'milli' hükümetin kendi halkının refahı pahasına ülkesini Avrupa'nın sığınmacı çöplüğü yapmak için kendini paraladığı; 'demokrat' Avrupa'nın, savunduğu her değeri muntazaman çiğneyen bir lideri sığınmacıları parası karşılığı kendi ülkelerine göndermiyor diye öve öve bitiremediği; kısacası herkesin ipliğinin pazara çıktığı bir kavşakta duruyoruz.

Burada bizlere düşen görev, hem sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkeyi uçuruma sürükleyen iktidara, hem de sermayenin ve başka ülkelerin borazanlığını yapanların 'muhalif' kisvesi altında ciddiye alınmasına ve gündem belirlemesine karşı mücadele etmektir. Muhalif geçinen bu zevatı alaşağı etmenin yolu ise linçten değil, entelektüel pespayeliklerini teşhir etmekten geçiyor.

Daha önemlisi, ekonomisi yokuş aşağı çakılarak giden, işsizlik oranı patlama yapmış, yoksulluğun dağları aştığı ülkemizde halkın gerçek gündemine sözcülük etmek; bıkmadan, usanmadan anlatmak ve göstermek zorundayız. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen