Ana içeriğe atla

Aman dikkat...


Bu günlerde dillere pelesenk edilen 'güçlendirilmiş parlamenter sistem' ifadesinin 2001 yılı versiyonu, 'güçlendirilmiş ekonomi'ye geçişti. Her iki 'çıkış' formülünde de 'güçlü' ve 'güçlendirilmiş' ifadelerinin kullanılması tesadüf olamaz. Peşinde olunan şey, yıkımı yaşayan kitleleri inandıracak bir sihir.

Amaçları, yaşanılan ve gittikçe de derinleşen yoksulluk ile birlikte sarsılan sistemi kurtarmak. Formülleri ise bütün suçu daha 2018 yılında uygulamaya geçilen " Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" ne, dolayısıyla Erdoğan'a yüklemek. Oysa bu gerçeğin sadece bir yüzü.

2001 yılındaki ekonomik kriz yaşamın tamamını etkilemiş ve ülke büyük bir kaosun içine sürüklenmişti. Sonuçları büyük altüstlere yol açsa da sebeplerinden birisi, 1994 yılında IMF'nin Merkez Bankası yasasında yaptırdığı bir değişiklikti. Merkez Bankası'nın o yasaya dayanarak Ecevit hükümetinin talep ettiği nakit ihtiyacını karşılamaması domino etkisi yaratmış ve IMF'den acil yardım talebi devreye sokulmuştu.

Koltuğunun altında "15 günde 15 yasa" ile gelen Kemal Derviş, "güçlendirilmiş ekonomiye geçiş" için 1980 yılında uygulanmaya başlanan neoliberal ekonomi programının temel dayanaklarından olan ve 1990'lı yıllarda kör topal uygulanmaya çalışılan özelleştirmelerin derhal yapılmasını şart koşan yasaların ivedilikle çıkarılıp uygulanmasını istemişti.

"Güçlü ekonomiye geçiş" bir mülksüzleştirme programıydı. Bu programı yasalaştıran ve uygulayanlar görünürde farklı siyasi partilerdeydiler ama bugün yaşanan ekonomik yıkımın sorumluluğunu birlikte taşıyorlar. Programı getiren Kemal Derviş'in ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığını yaptığı CHP ile programı uygulayan Ali Babacan'lı AKP kadroları... Zaten CHP ekonomi yönetiminin Ali Babacan'ı beğenmesinin temelinde de bu ortaklık yatıyor.

Dönemin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı, şimdinin Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, geçtiğimiz hafta Haber Global'de katıldığı Siyaset Özel programında Senem Toluay Ilgaz, Oral Çalışlar, Nihal Bengisu Karaca ve Metehan Demir'in sorularını yanıtlarken;

“Elektrik, doğalgaz dağıtım şirketleri kendi bölgesinde tekel. Kendi bölgesinde tekelse, o şirketin çok iyi denetlenmesi, düzenlemenin çok dikkatli yapılması ya da o özelleştirmenin hiç yapılmaması lazım. Bir firma, özelleştirildikten sonra tekel durumuna düşüyorsa, tercihen o özelleştirmenin hiç yapılmaması lazım. Tekel, rekabetin ruhuna aykırı" diye konuştu.

Bu siyasi ikiyüzlülük karşısında ise oradaki kimse de çıkıp "Yahu bugünkü ödenemez büyüklükteki faturaların nedeni olan 2004 yılındaki özelleştirme kararlarının altında ve 2013 yılında yapılan satışların altında sizin imzanız var Sayın Ali Babacan. Dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Başbakanı da Ahmet Davutoğlu değil miydi?" diye soramadı.

Üstelik bu isimler, bu özelleştirmeleri yalnızca yapanlar değil, bunu yaparken çalınan, çırpınanları ortaya koyan raporların TBMM'ne gelmesini engelleyenlerin ta kendileri. Satılan şirketlerin denetlenmesini de özel sektöre devrederek tamamen başı boş bırakanlar da aynı kişiler.

Tüm bu yıkıma yol açan yasaları çıkarıp uygulayanlar şimdi çıkıp bir araya gelmiş ve aşağıda bir paragrafını alıntıladığım açıklamayı yaparak kurtarıcı rolüne soyunmuş durumdalar;

"Ülkemiz, Cumhuriyet tarihinin en derin siyasi ve ekonomik krizlerinden birini yaşamaktadır. Toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlar her geçen gün artarak etkisini ağır bir biçimde göstermektedir. Bu krizin en önemli sebebi kuşkusuz, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında uygulanan keyfi ve kural tanımaz yönetimdir.

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek ortak ve öncelikli hedefimizdir."

"Güçlendirilmiş ekonomiye geçiş" programı elimizde ne var ne yoksa kaybetmemize neden olan yolu açmıştı. "Güçlendirilmiş parlamenter sistem" programı da tam kitlelerin karanlıktan bıktığı ve çıkış için yeni seçenekler aradığı bu ortamdaki gümbürtüden yararlanıp eşit, özgür insanca yaşam umudumuzu elimizden alabilir.

Aman dikkat!










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen