Ana içeriğe atla

Elbette çaresiz değiliz

Ben de herkes gibi elbette Ukrayna'da yaşanan insanlık dramını yakından izliyorum. Bu savaş bölgesel bir yangına dönüşebilir mi, yahut bu haliyle bile hangi sonuçlara yol açacak, muhakeme etmeye çalışıyorum.

Kimin ya da hangi tarafın zafer ilan edeceği ile de ilgilenmiyorum. Zaten muhtemelen, sonuçta, hem Ukrayna (aslında batı) hem de Rusya'da iktidardaki milliyetçi ve oligarklar işin sonucunda kazananın kendileri olduğunu iddia edeceklerdir. Ardından da ölüme gönderdikleri insanlar ile talan ve tahrip ettikleri doğa için iki yüzlü ve samimiyetsiz sözler söyleyerek dua edeceklerdir.

Benim üzerinde kafa yorup yazmaya karar verdiğim konu ise aslında bu savaşın de bir numaralı sebebi olan dünyadaki güç paylaşımına ve batılı politikacıların zihnini besleyen akademisyenler, düşünce kuruluşları ve bunların televizyon, dergi ve gazete gibi araçlardaki sözcü ve kalemlerinin sürdürdüğü ciddi tartışma ve ayrışma ile yaşanan yarılmanın boyutlarına dikkat çekmek.

Keşke, buradan bütün bu tartışmaların nirengi noktalarını dile getirmek mümkün olsaydı ama bu konu bir köşe yazısı alanına sığmayacak kadar kapsamlı. Yine de esas olarak dünyanın büyük sermayedarlarının nasıl bir gelecek tahayyül ve tasarımı içinde olduklarını, bunun için neleri hesaba katıp, neleri tartıştıklarını ve tartışmalarının parametrelerinin neler olduğunu çok yakından izlemeye çalışan birisi olarak söyleyebilirim ki;

Şimdilik sınırlı sayıda olsalar da hali hazırda egemen olan ekonomi politikasının yarattığı işsizlik, göç, iklim değişkliği, adaletsiz gelir dağılımı ve açlık gibi kronik semptomlar bütün dünyayı kasıp kavururken, geleceğin bu küresel neoliberal sistemin devamından ziyade, bölgesel güçlerin ve korumacılığın öne çıktığı bir dünya getireceğini, dünya siyasetinin de buna göre şekilleneceğini iddia edenlerin sesi daha gür çıkar oldu.

Bir başka ilginç gelişme ise bir çok akademi, düşünce kuruluşu ve üniversitenin günümüz ekonomik sisteminin tedavülden kalmak üzere olmasını kabulle alternatiflere odaklanan ekonomik ve politik araştırmalara başlaması, çok meşhur çeşitli vakıfların bu yönde çalışmalara milyonlarca dolar kaynak ayırdıklarını açık açık ilan etmeleri.

Örneğin Hewlett Vakfı Başkanı, bu tür bir araştırmaya yaptıklaır cömert hibelerinin gerekçesini, "Neoliberalizm öldü, ama yenisini geliştiremedik" şeklinde açıklamış. Araştırma programları kurmak için bu hibelerin ilk alıcıları Harvard Üniversitesi'nin siyaset bilimi alanındaki prestijli Kennedy Okulu, Howard Üniversitesi, Johns Hopkins Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ve Santa Fe Enstitüsü. ABD basınında, Ford vakfı ile Açık Toplum vakıflarının da bu program için bağışta bulunacağı yazılıyor. Yine basın ve akademi çevrelerinde, araştırmaya katılacak üniversitelerin de onları fonlayacak vakıfların da çoğalacağına dair işaretler var.

Bu araştırmaların sonucunda 'insanlık için en iyi olanın sosyalizm' olduğu gerçeğini kayıt altına alacaklarını sanmıyorum elbette! Çünkü, günümüz dünyasının baskın sesini oluşturan bu kesimler, içinde bulundukları koronun aynı makamlarını okumaya devam ediyorlar. Bir yandan ekonomi için reform arayışında olanlar, eski ezberlerinden vazgeçmeden karşıt bloklara sopa göstermeyi de ihmal etmiyor. Örneğim kapitalizmin refah yıllarında Henry Kissinger'in Çin ile geliştirdiği ilişkilerin ballandıra ballandıra anlatıldığı bir The New York Times yazısında, Ukrayna savaşında Rusya ve Çin arasında gerçekleşen 'İttifak/cepheleşme' kast edilerek Çin yönetimi uyarılıp, "Çin ve Rusya'nın Ukrayna'daki dostluğu faydasız" mesajı verilerek, saflar sıkılaştırılmaya da devam ediliyor.

Oysa ne Çin eski Çin, ne de batı eski batı. Kapitalizmin refah dönemi kapandı ve bu sistem, şimdi her zamankinden daha fazla kan, ter ve gözyaşına ihtiyaç duyuyor.

Batı'daki bu fikri ayrışma şimdilik akademik araştırma seviyesinde olsa da kaynağı kapitalizm olan açlık ve yoksullukla karşı karşıya kalan ezilen dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca insan, onlara eşit, adil ve özgür bir gelecek vaat eden partilerin bunun için henüz yeterli kuvvet uygulayamamaları nedeniyle, soğuk savaş artığı olan ve bugün Ukrayna'yı kan ve göz yaşına boğan Zelensky ve Putin gibi popülist siyasetçilerin ve batının yüz yıllık kışkırt-böl-yönet politikalarının peşine takılıyorlar. 

Elbette ülkemiz de bu bütün bir parçası ve aynı modelin ürettiği siyasetçilerin harman olduğu bir yer. 

Kimileri başkanlık, kimileri de güçlendirilmiş parlamenter sistem vaazı verse de aynı sonuca ulaşıyoruz; zengin daha zengin olurken, yoksullar çoğalıyor. Elbette çaresiz değiliz, çözüm ise basit; halkçı, kamucu, planlamacı bir programı hayata geçirmek. Başarabiliriz.














Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen