Ana içeriğe atla

Anket yalanlarıyla örülen sanal gerçeklik...

Anket, bir varlığın miktarını, sayısını, niteliğini, kalitesini, değerini ya da şeklini ölçmek adına bilimin yol göstericiliğinde yapılan çalışmalara verilen addır. Böyle olmakla beraber, aynı adı ve yöntemi kullandıklarını söyleseler de, Türkiye'de kamuoyunun siyasi eğilimlerini ölçtüğünü iddia eden şirketlerce açıklanan ve siyasetin gündemini belirleyen rakamları ciddiye alıp üzerine tartışmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum.

Böyle düşünmemin sebebi gayet basit: Gazete ve haber sitelerine yaptıkları çalışmaları gönderip yayınlanmasını sağlayan ya da televizyonlara çıkıp bunları anlatan kamuoyu araştırma şirketlerinin sahipleri ya da yöneticilerinin elindeki rakamların, bir kaç istisna saklı kalmak kaydıyla, aynı tornadan çıktığını biliyorum.

'Anket yaptık, şunu sorduk, bu cevabı aldık' diyenlere gerçekten inanan, gerçekten kamuoyunun nabzının ölçüldüğünü ve bunun haber değeri taşıdığını düşünerek bunlara televizyon ekranlarında, gazete ya da haber sitelerinde yer verenlerin 'saflığına' ise diyecek sözüm yok!

Birkaç istisna dışındaki anket şirketlerinin açıkladıkları rakamların oluşma/oluşturulma süreci şöyle çalışıyor:

Diyelim ki A şirketine B partisinden bir 'sipariş' veriliyor. Şu kadar şehirde şu kadar denekle, telefon ya da yüz yüze yapılan görüşme sonucu bulunan sonuçlar olarak açıklanan sürecin başlangıcı burası.

Siparişi alan şirket, ya direkt kendi sistemine kayıtlı 'anketörlerle', ya da farklı şehirlerde yerleşik olup buralarda bir anlamda acentesi/bayisi olan ve taşeronluk yapan firmalara talebi geçiyor.

Farklı anket şirketlerinin aldığı siparişler, diğer şehirlerdeki alt taşeron sayısı sınırlı olduğundan, genelde aynı alt taşerona yönlendiriliyor. Alt taşeronun müşteri ya da aracısı şirket kim olursa olsun, sorular tek sisteme kayıtlı aynı deneklere soruluyor ve şirket bulduğu yanıtı buna göre ölçüyor. Siparişi müşterisine teslim ediyor, faturasını kesiyor ve sonuçları da kamuoyu ile paylaşıyor.

Aynı A şirketi, B partisinden de, C partisinden de, Z partisinden de sipariş alsa da, bütün sonuçlar bir ya da iki taşeron bulunan diğer şehirlerdeki kayıtlı listelere 'sorularak' bulunuyor!

Kamuoyu araştırması ve anket sistemi bu şekilde kurulu olunca (yani kamuoyu araştırma şirketlerinin ya da bunların çalıştığı taşeronların bilgiyi kirletme olasılığını gözardı etsek bile) yapılan çalışmanın 'bilimselliği'; sıfırdan bir anket oluşturup sıfırdan bir örneklem hazırlamanın zahmetli olması, firmanın ekonomik çıkarları, firmanın kuruluş amacı veya sahibinin siyasi düşüncesi gibi etkenlerle bozulup, sonuçların eğilip bükülmesine yol açıyor.

Bu konuda bilinen gerçekler hala orta yerde duruyor.

Mesela AKP'nin ANAR şirketinin bürosunda kurulduğu, o şirketin genel müdürünün (Beşir Atalay) AKP hükümetlerinde yıllarca devlet bakanlığı, İçişleri bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı gibi görevlerde bulunduğu hatırlanacaktır.

Bir başka örneği ise CHP - Metropoll / Özer Sencar üzerinden verebiliriz.

Şimdilerde anketçisi olmayan ya da bir anket, kamuoyu araştırmacısıyla danışmanlık ilişkisi kurmamış siyasi parti var mı bilmiyorum!

Dolayısıyla televizyona çıkan şirket sahibi ya da koordinatör/genel müdür, siparişin ücretinin kaç sıfırlı olduğuna göre sonuçları 'eğip-bükmüş'; biz de bu sonuçlara bakarak mesela Cumhurbaşkanlığı için kimin şanslı olduğunu, kime asla oy vermeyeceğimizi ya da hangi adayın tüm şüphelere rağmen 'kesinlikle' kazanacak olduğunu öğreniyor olabiliriz!

Bu konunun bir de belediyeler versiyonu var ki, tek kişilik yerel anket şirketleri, yetkili belediye bürokratlarıyla ancak Güzin abla ya da rahmetli Haydar Dümen'in açıkladıkları türden (Sedat Peker de anlattıklarını magazinle süsleyerek dikkati yoğunlaştırıyor ya!) ilişkilere girerek tertemiz soygunlar yapıyorlar. Buradaki ölçüm sonuçları da işin devamının hayatiyeti açısından, elbette ki belediye başkanının hoşuna gidecek şekilde çıkıyor.

Sonuç olarak;

Dışarıdan bir ülke üzerinde hükümranlık kurmak isteyenlerin, amaçlarına ulaşmak adına deneyebileceği birçok yol var. İç savaş başlatıp ortaya çıkan zayıflıktan yararlanmak, istila, işgal gibi bir çok yöntem geçmişte uygulanmış olsa da yatırım maliyeti daha düşük olan bazı yolların öne çıktığı aşikar.

Bu yollardan birincisi 'dostlar' aracılığıyla sandık/seçim ile iktidara gelmek, ikincisi de yine 'dostlar' ya da 'çocuklar' aracılığıyla ihtilal/darbe yaparak.

İkincisinin, ilk yatırım maliyeti fazla olsa da, daha kısa sürede sonuç alma ihtimali büyük olduğu için dünyada özellikle Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde ve 1960 ile 1980 yıllarında olmak üzere ülkemizde de iki kez bu yöntem uygulandı.

Birincisi ise ikna ve rızaya dayalı olduğu için daha uzun erimli bir mücadeleyi kapsıyor.

Bunun için parti kurmak ve bunu da dikilen bir fidana benzetecek olursak da bu fidanın büyüyüp serpilip kök salması için hem insana hem de paraya ihtiyaç duyuluyor.

İşte anketçilik ve kamuoyu araştırmacılığı işi, iktidara giden yoldaki mücadele yöntemlerinin gündelik hayata yansımalarından birisi denilebilir. Bu kısa yol, ülkenin iyi mi kötü mü yönetileceğini değil, 'ölçme ve değerlendirme' yöntemiyle zihinlerde müşterinin iktidar yolunun açılmasına dayanıyor.

Bu itibarla sınırlı sayıda şirketin neredeyse tümüne hizmet veren alt taşeronların sisteminde kayıtlı, deyim yerindeyse parmakla gösterilecek kadar az denek üzerinden ülkemizin geleceğinin manipüle ediliyor olması pekala mümkün görünüyor.

Böyle olmasa, ülkemiz yangın yerine dönmüşken, bu politikaları uygulayan iktidar partisi anketlerden hala birinci çıkıyor olabilir mi?

Yine böyle olmasa, 16 yıl boyunca bu politikaları uygulayan Ali Babacan'ın DEVA'sı yüzde 2, yine aynı iktidar döneminde yıllarca Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu'nun GELECEK partisinin yine yüzde 2 oy alabiliyor gösterilmesi, insanların aklıyla alay etmek değilse ne?

Esasında mevcut anket, bulgu, ölçme ve değerlendirme saçmalıklarıyla kimin iktidar, kimin muhalefet olacağı da değil, bu mekanizma, daha temel bir hedefe hizmet ediyor olabilir; kim iktidara gelirse gelsin aynı ekonomik ve siyasi model uygulanmaya devam edilsin.

Zaten, yazının giriş paragrafında da aktardığım bilimsel ölçütlere göre anketler yapılıyor olsaydı, yoksulluğu derinleştirip yaygınlaştıran siyasi partilerin yerine, anketlerde, bunların karşısında tek seçenek olan üretimi, planlamayı ve adil bir bölüşümü hedefleyen, kamucu, halkçı politikaları savunan partilerin iktidar seçeneği olarak ölçülüyor/görülüyor olması gerekirdi.

Aksi bütün sonuçlar örülen sanal gerçekliğe tekabül eder; bununla da ne yapmaya çalıştıklarını biliyor ve ciddiye alıyoruz.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...