Ana içeriğe atla

15 Mayıs sabahı...

Büyük felaketler öyle bir anda ortaya çıkmazlar. Örneğin Birinci Dünya Savaşı Avusturya/Macaristan prensinin bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi sebebiyle patlamış olsa da, aslında önceki yüzyıldan itibaren dünyayı o noktaya getiren yüzlerce sebep ve yaşanmış olay vardır. Zamanının en büyük gemisi Titanic bir buz parçasına çarparak batmış olsa da Titanic'i o buz parçasına götüren onlarca neden ve verilen kararlar vardır.

Bugün dönüp baktığımızda, yani zaman, mekan ve hareket bağlamından koparak geçmişte yaşanan büyük olayları incelediğimizde, bu olaylara sebebiyet veren anlamsız kararlar bize absürt gelebiliyor. Bizim durduğumuz yerden bakıldığında felaketle sonuçlanacağı bariz olan hataların göz göre göre yapılmasına hayret ediyoruz. Bu tür büyük felaketlerin oluşmasına katkı verenlerin yeni bir seçme/değerlendirme şansı olabilseydi yine aynı düzlemde dururlar mıydı bilinmez... Ancak geçmişteki tarihi kavşakları gerçekten anlayabilmek için, bunlara yol açan kararlara giden yolları ve tartışmaları bugün incelerken bunları zamanın ruhu içinde değerlendirebilmemiz gerekiyor.

15 Mayıs sabahına uyanan ve tarihi bir seçimi geride bırakan Türkiye'de, seçim sonuçları ne olursa olsun milyonlarca insan geriye dönerek ülkeyi 15 Mayıs sabahı yaşanan sonuçlara ve sonrasında yaşanacak dönüm noktalarına getiren karar ve olayları yorumlamaya başlayacak. 15 Mayıs'a gidip geri bakmak yerine bugün zamanı bükelim ve git gel yapmamak adına bugünden 15 Mayıs'a bir bakalım istiyorum:

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalmamışsa kimin kazandığı ve bununla bağlantılı olarak da (bütün parti ve ittifakların vaatlerini göz önünde bulundurarak) ailemizin, halkımızın, ülkemizin, dolayısıyla bölgemizin nasıl bir geleceğe doğru yol alacağı belirlenmiş durumda.

Zamanı bükerek 8 Mayıs'tan 15 Mayıs'a uzanmak, vereceğimiz kararın yaratacağı sonuçları iş işten geçmeden bir kez daha düşünebilmek adına faydalı olacaktır. Meşhur Yüzüklerin Efendisi serisinde yanlış kararlarından dolayı lanetlenerek o gazaptan kurtulmak adına yer altındaki bir mağaraya sığınan, durumu telafi edecek başka bir fırsatları olmayınca da oraya sıkışıp ölenlerin ruhlarının yaşadığı ızdırabı anlatan bir bölüm vardır. Bizim bu ızdıraba düşmememiz için önümüzde bir haftalık süremiz bulunuyor.

Zamanı bir hafta kadar bükerek aslında bir anlamı olmayan bir sürü siyasi magazin bombardımanından da kurtulmuş oluyoruz aslında... Ülkeyi geçmişte birlikte yönetenlerin sonradan bozulan ilişkileri ve ortaklıkları ile (Erdoğan-Davutoğlu-Babacan) yeni kurulan ittifakları ve işbirliklerine (Kılıçdaroğlu-Davutoğlu-Babacan) zaman harcamanın anlamı yok; vaatler verilmiş, tehditler sona ermiş, kasetler yayınlanmış durumda. Kimin nasıl ve ne kadar kirli olduğunu da öğrendik.

Tüm bu bilgilerle ve olup bitenlerin ışığında, eğer verdiğimiz karar, üniversiteyi bitiren çocuğumuzun işsizlik problemini çözecek ya da kendimiz için iş bulabilecek yatırımları hedefliyor ve bunu da gerçekleştirecek bir ekonomi programından yanaysa; emekliysek ve verdiğimiz karar, aldığımız maaş ile insanca yaşayabilecek, çoluğumuza, çocuğumuza muhtaç olmadan da geçinebilecek şartları yaratacaksa; tarım üreticisiysek ve tohum, gübre, zirai ilaç ve mazot gibi temel masraflar sonrası ürettiğimizden kazandığımızla geçinebilmemizi sağlıyorsa; öğretmen, polis, memur, askersek ve aldığımız ücret ile şimdiye kadar geçinebilmek için yaptığımız borçları ödeyebilecek, ailemizi de başımız dik geçindirebileceksek, verdiğimiz karardan hiçbir pişmanlık duymayacağız demektir. Çünkü verdiğimiz karar, üreten, adil olarak paylaşan ve barış içinde birlikte yaşayan bir ülke kurma yolunda olduğumuzu gösteriyor olacaktır...

Oylarımızla bu mutlu ve müreffeh ülke portresini gerçeğe dönüştürebildiysek eğer, bunu vaadeden bir ekonomik ve politik aksa sahip bir parti ya da ittifakı iş başına getirmişiz demektir. Dolayısıyla büktüğümüz zamanla kazandığımız bir haftalık süreyi kullanarak, yani henüz iş işten geçmeden, hangi ittifak, hangi parti bize bunu vaadediyor sorusuna doğru yanıtı bulabilmemiz gerekiyor.

Ne yazık ki, anketlerde çıkan kararsız seçmen oranlarına baktığımızda, bu soruya henüz yanıt bulamamış çok sayıda seçmen olduğu görülüyor. Bu noktaya bir günde gelinmedi. Aksine, yazının girişinde de değindiğim gibi uzun bir süreç, birçok olay ve kararın sonucu olarak bu noktaya geldik. Ancak felaketi önlemek için henüz çok geç değil. Millet İttifakını kurulduğu günden beri pek çok yönden eleştiren birisi olarak bu duruma şaşırmamakla birlikte, henüz kararını verememiş, muhalefete şüpheyle bakan, AKP eskilerine oy vermeyi işkence olarak gören ve tepkisini göstermek isteyenlere, 15 Mayıs sabahı geriye bakarak büyük pişmanlıklar yaşamamaları adına tercihlerini yapabilmeleri için kısa bir anektod aktarmak isterim:

Geçtiğimiz hafta, cevabının 'evet' olacağını bildiğim halde bir arkadaşıma 12 Eylül döneminde işkence görüp görmediğini sormuş, akabinde ise işkencecinin acemi, nobran ve kaba olanını mı yoksa 'işinin' ehli olanını mı 'tercih' ettiğini sormuştum. Aldığım cevap ise bir 'kaza' sonucu nobran ve kaba işkencecinin elinde kalma veya bir taraflarının kırılma ihtimalinin daha fazla olduğunu, işinin ehli işkencecinin ise bu tür kazalara yol açma ihtimalinin daha zayıf olduğu şeklindeydi.

7 Mayıs Pazar günü İmamoğlu'nun Erzurum mitinginde belki de provası yapılan olaylara bakınca şunu açık açık söylemek gerekiyor: Pişman olacağımız kararlar vermeye devam edersek işkencecimizin elinde kalma ihtimalimiz hiç de az değil. Doğru kararı verip, vücut bütünlüğümüzü koruyup bu hapisten çıkarak mücadeleye devam edebilmek için ayakta kalmamız gereken bir dönemeçteyiz. 15 Mayıs sabahı büyük bir pişmanlığa uyanmamak adına bunu hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Bir haftamız kaldı.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...