Ana içeriğe atla

Çizgiyi aşmaktan korkuyorsan korkma, zira çizgi kaldırıldı...

Tarihin önemli bir kavşağında, yine bir yol ayrımındayız. Hafta sonunda toplanacak Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı'nda iki sorunun yanıtı ortaya çıkacak: Birinci soru "Nasıl bir CHP?", ikincisi ise "Neden CHP?".

Önce "Nasıl bir CHP?" sorusu yanıtlanacak. Bu sorunun yanıtını verecek olan, hafta sonu yapılacak kurultayda oy kullanacak olan delegeler... Kurultay sonucu ortaya çıkacak olan bu yanıta göre ise ikinci sorunun, yani "Neden CHP?" sorusunun yanıtı oluşacak. Bu soruyu yanıtlayacak olan ise seçmenler... CHP'nin 'nasıl'ına göre oy tercihleri şekillenecek. Dolayısıyla, bu kurultayda sadece Genel Başkan ve Parti Meclisi üyeleri seçilmeyecek. Aslında burada partinin hangi temel referanslarla yönetilip, hedefinin ne olarak belirleneceği de ortaya çıkacak. Delegelerin oyları, sadece "Nasıl bir CHP?" sorusuna yanıt üretmeyecek, seçmenin CHP'yi iktidara taşıyıp taşımayacağına karar vereceği "Neden CHP?" sorusuna da cevap teşkil edecek.

Bu itibarla 38. Kurultayda aranacak yanıt, bundan tam 76 yıl önce, 1947 yılında toplanan 7. Olağan Kurultay'da parti içi kanatların tasfiye edilerek liberal iktisat politikalarına dönülmesi ve dinle ilgili politikalarda gevşemeye gidilmesine neden olan sağcılaşma sürecinin durdurulup durdurul(a)mayacağı olacak. 7. Kurultay kararları, o tarihte CHP tek başına iktidar olduğu için, sadece partinin sağcılaşmasına değil, asıl olarak ülkemizin ekonomik ve siyasal bağımsızlığını yok eden bir karşı devrime tekabül ediyor diyebiliriz.

CHP'nin halkçılık ilkesinden vazgeçip sermayenin çıkarlarını savunmaya başlamasıyla, laikliğin içinin boşaltılarak dincilerin ve dinciliğin hortlamasına yol açan 7. Kurultay kararlarının getirdiği değişimin, etkisini o günden bu yana giderek arttırdığı görülebiliyor.

Tek adam İnönü'yü etkileyerek CHP'nin 7. Kurultay kararlarına dönüşen liberal ekonomik politikalara yönelimin arka planında, ABD'nin başını çektiği, İkinci Dünya Savaşı sonucu galip devletler tarafından kurulan yeni dünya düzeni geliyordu. İnönü'nün San Fransisco konferansına (25 Nisan 1945) delege ettiği diplomat Feridun Cemal Erkin'e, "Amerikalılar ne zaman çok partili rejime geçeceğimizi soracaklardır. Onlara savaş bitince bu amacı gerçekleştirmenin Cumhurbaşkanımızın en aziz arzusu olduğunu ilet." diye tembihlemesi de sanırım bunun en açık kanıtlarından sadece biri...

İnönü hükümetlerinin ABD ile yaptığı ikili anlaşmalarla girdiği ekonomik ve siyasi ilişkiler, Türkiye'nin Batıya tamamen bağımlı hale gelmesine giden yolun ilk taşlarından oldu. Mustafa Kemal Atatürk, saltanatı yıkıp, hilafeti kaldırırken, eğitimde birliği getirip, laikliği ülkenin ve partinin temel prensiplerinden birisi yapmıştı. İnönü ise 15 Ocak 1949 tarihinde istifa eden Hasan Saka'nın yerine medrese tahsili görmüş ve dinci akımlar içinde bulunan Şemsettin Günaltay'ı Başbakan olarak atadı. Günaltay'ın kurduğu hükümetin ilk uygulamaları da İnönü Cumhurbaşkanı iken 7. kurultayda alınan karar gereği din alanında oldu: İlkokul programlarına seçmeli din dersi yeniden konuldu, imam-hatip eğitimi için kurslar açıldı, ilahiyat fakülteleri açılmasına karar verildi, türbeler ziyarete açıldı, hac ziyareti için döviz tahsilatına başlandı.

Tüm bunlar ve daha bir çok örnek orta yerde dururken, bugün Kılıçdaroğlu'nun partiyi sağa çektiği, sağcı danışmanlarla yönettiği yönünde yapılan eleştiriler durumu kişiselleştirdiği için hem Kılıçdaroğlu'na bir haksızlık içeriyor, hem dikkat dağıtıyor, hem de sorunun esasını göz önünden kaçırıyor... CHP'nin halktan kopan ve sermayenin çıkarlarını korumayı hedefleyen ekonomik politikalara dönmesinin de, dinciliği ve dincileri inlerinden çıkaran kararları alarak sağcılaşmasının başlangıcı da İnönü'ye ve 1947'de yapılan kurultaya kadar uzanıyor. Tüm bunların doğrudan sebebi olmasa bile en önemli bahanesi olarak dönemin dünya düzeni ve soğuk savaş şartları gösterilebilir, gösterilmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi'nin, çok partili sisteme geçişten bu yana birinci parti olarak çıkmayı başardığı tek dönem, Bülent Ecevit liderliğinde (dünyada ve ülkemizde gelişen devrimci konjoktürde) girdiği 1973 ve 1977 yıllarındaki genel ve yerel seçimler. Bu başarının sebebi ise CHP içindeki ideolojik tartışmalarından sol kanadın galip çıkması diyebiliriz. Çünkü çok partili sistemde ilk defa bu dönemde (CHP) sağcılıktan arınmış, zenginlerin değil yoksulların çıkarlarını savunmaya başlamıştı. ' Topraksız köylüye toprak', 'Ne ezen ezilen hakça bir düzen' gibi halkçı bir politikayı tereddütsüz izleme kararlılığı seçmende karşılık bulmuştu.

Ancak geçmişte takılıp kalmamak gerekiyor. Bugünün dünyası bambaşka bir dünya... Artık liberal ekonomik ezberler bozulduğu gibi, aksine sermayenin kısıtlandığı, dinciliğin kamusal alandan giderek uzaklaştırılacağı, devletlerin ekonomilere yeniden dahil olacağı, planlamanın ve kitlelerin çıkarlarının giderek daha ön planda tutulacağı, güçlü emekçi hareketlerinin önem kazanacağı bir dönem başlıyor. Böyle bir döneme girerken de Cumhuriyet Halk Partisini'ni yeniden Mustafa Kemal'in çizgisine çekerek ülkemizin gerçek sorunlarına yanıt oluşturacak bir formata dönüştürmek, gerçek bir alternatif olarak tedavüle sokmak gerekiyor.

13 yıldan bu yana en ufak bir görüş ayrılığı yaşamadan partiyi yönetenlerin, yönetme/yönetememe krizini aşabilmek için şimdi iki hizibe bölünerek hiç olmazsa birisinin iktidara tutunmak istediğinin açıkça görüldüğü 38. Kurultayın CHP ve ülkemiz tarihinde ayrı bir önemi olduğu kanaatindeyim. Sadece yeni politikalar degil, bu yeni politikaların seçmen nezdinde meşruiyetini oluşturacak, ikna edici bulunmasını sağlayacak yeni yüzler de gerekiyor. Bu yapılamadığı takdirde seçmen, artık iyice ayyuka çıkan parti içi çürümüşlüğü affetmeyecek gibi görünüyor.

Yani bu kurultayın delegeleri yalnızca "Nasıl bir CHP" sorusuna yanıt vermekle kalmayacaklar. Bu soruya doğru yanıt verilemediği takdirde seçmenin "Neden CHP" sorusuna vereceği cevaba göre ortada delegesi olunacak bir parti kalıp kalmayacağının da kararını verecekler.

Türkiye'de bulunan geniş Cumhuriyetçi birikim, artık gerçekten yurtsever, bağımsızlıkçı, halkçı, laik bir siyasi akım arıyor. Dünden bugüne, zenginin çıkarlarını savunan, dinci ve dinciliğin kilometre taşlarını döşeyen Cumhuriyet Halk Partisi'nin seçmende karşılık bulamadığı ise ortada... Bu Kurultayda verilecek karar, CHP'nin karşı devrim sürecini sonlandırmak adına değişecek cesareti gösterip gösteremeyeceğinin kararıdır. Statükoyu kıramayan, kendisine çizilen sınırları aşamayan, kısa vadeli kişisel çıkarlarının ötesini göremeyenlerin başına gelecekleri ise tarih elbet yazacaktır...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...