Ana içeriğe atla

Kısır döngü

Merkez medya, merkez siyaset ve bunlara yakın duran iktisatçılar, yani ülke siyasetinin gündemini belirleme gücünü ellerinde bulunduranlar, herkes gibi 31 Mart seçim sonuçlarını etkileyen ana faktörün ekonomik göstergeler olduğu konusunda hemfikir. Ağız birliği etmişçesine bu göstergelerin nasıl düzeleceğine dair düşünce ve ileri sürdükleri oyun planları da aynı…

Medyanın ekranları, köşeleri ve sütunları, yaşanan yoksulluk ve çaresizliğin semptomları olan hikayelerle dolu. Ülke bozulan rakamları sıralayan iktisatçılar ve bu rakamların nasıl 'düzeleceğini' anlatan siyasetçilerden oluşan dev bir geçit törenini andırıyor. Ancak bu kadar gürültüye rağmen gündeme gelmeyen, getirilmeyen tek şey, onların tabiriyle 'kötüleşen ekonomik göstergelerin', insancası ise yaşanan derin yoksulluğun altında yatan esas sebep…

Madem seçimleri seçmenin yaşadığı ekonomik tablonun sonuçları belirledi, o zaman siyasetin gündemi neden anayasa tartışmalarıyla ya da 'normalleşme' hamleleriyle meşgul ediliyor, bir bilene sormak lazım. Seçim sonuçlarının seçmenin öfkesini yansıttığını kabul edecek olursak, normal şartlarda bundan sonra olması gereken aslında çok açık:

Muhalefetin, ekonomik yıkımdan kaçarak kendisine sığınan seçmene can suyu olacak bir ekonomik ve sosyal politikalar seti sunarak, için için yanan seçmene iktidardan kurtulma fırsatı yaratması gerekiyor.

Ekonomisi göbekten dışarıya bağımlı, üretemeyen, ucuz işgücünü sömürmeye muhtaç, köşe başlarını tutmuş, hunharca tekelleşmiş ve herhangi bir ileri atılıma niyeti de ihtiyacı da olmayan sermayesinin kıskacındaki bir ülkede 'emekli maaşları arttırılsın' diye miting yapmak mıdır peki siyaset?

Yoksulluğu yaratan nedenleri gündeme getirmeden; ülkenin, asgari ücret olsun, emekli maaşı olsun, arttırılan ücretleri üç gün sonra kuşa çeviren yüksek enflasyonla sağlıklı bir ekonomiyi dahi içten çürütebilecek yüksek faiz arasında sıkışıp kalmasına sebep olan temel ekonomik tercihler yerine bu temel tercihlerin basit birer sonucu olan rakamları ve sonuçları tartışmak, siyasetin -özellikle de muhalefetin- kendisine çizilen sınırların dışına hala çıkamadığının en büyük kanıtı olarak önümüzde duruyor.

Enflasyonun yine eski usul acı reçeteyle düşürülmeye çalışılacağı, ekonomik küçülmenin faturasının yine halka ödetileceği, verginin yine 'tabana yayılacağı' yeni bir mülksüzleştirme programı ile karşı karşıya olduğumuz bu ortamda, seçmenin kendisini kurtarması için sığındığı ve seçimlerde birinci parti yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu acı reçeteye bütün gücüyle karşı çıkmaması, içi dolu bir alternatif sunmaması, erken seçim çağrısı yaparak iktidarı politik olarak sıkıştırmak yerine 'normalleşme'ye destek vermesi gibi hataların, seçmenin açtığı krediyi hızlıca geri çağırmasına sebep olma ihtimalini gözardı etmemek gerektiği kanaatindeyim.

Zira iktidarın, ekonominin soğutulduğu acı reçete döneminde bu normalleşme retoriğiyle muhalefeti iktidara ve dolayısıyla krize ortak edip, asıl önemli olarak gördüğü bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar yeni ve 'taze' bir ekonomik büyüme dönemine hazırlanmayı planlıyor olması muhtemel. Acı reçetenin uygulanmasının nihayete erdiği bir ortamda hem para musluğunu, hem de kimlik siyaseti kartını elinde tutan iktidarın bir sonraki seçimlerde kolay lokma olacağını düşünmek büyük bir yanılgıya düşmek olacaktır.

Neoliberal paradigma tarafından şekillendirilen ve kimlik siyaseti yoluyla güdülen bu düzenin oluşturduğu siyasi iklimde, gerçek bir siyasi ve ekonomik alternatif oluşturulamadığı takdirde bu kısır döngüden çıkılması mümkün değil. Bu düzen tarafından çizilen zihni sınırlar aşılamadığı sürece siyasetin hiçbir kurum ya da aktörünün üreten, emeğin karşılığının alındığı, eşit, özgür, adaletli bir yaşam yarat(a)mayacağına ilişkin inancımı destekleyen ve geçmişi anlatan tablo da önümüzde açıkça durmaya devam ediyor…

31 Mart seçimlerinden sonra sıkça atıf yapılan 1989 yerel seçimlerinin sonucunun da Özal’ın neoliberal politikalarının sonucunda yaşanan ekonomik yıkıma dönük bir tepki olması tesadüf değil. 1989 sonrasında da hiçbir siyasi partinin neoliberal kriz döngüsünden çıkmayı başaramaması, yıkımı vatandaşın sırtına yüklemek dışında bir çözüm bulamaması 90’lı yılların istikrarsız siyasi atmosferine ve seçmenin SHP-DSP-CHP-ANAP-DYP-RP derken alfabede harf bırakmayan savrulma ve arayışlarına neden olarak en sonunda AKP’yi ve Erdoğan’ı yarattı.

Aynı tablo bugün de seçmenin CHP, AKP, MHP, İYİP, YRP vs. arasında tercih değiştiren oylarıyla umduğunu bulamayacağını, yalnızca bu tercih değişikliğiyle koltuk kaybedip koltuk kazananların (birkaç istisna hariç) hızla ve ölçüsüzce zenginleşmeye devam edeceklerini işaret ediyor.

Oluşan yeni siyasi atmosfer ve muhalefetin önünde açılan kapılar, bu döngüyü kırabilmek, Türkiye’ye ve siyasete giydirilen bu zihinsel deli gömleğini çıkarabilmek için önemli bir fırsat yarattı… İktidarın kısıtlı manevra alanının aksine muhalefetin zincirlerinden kurtularak yeni bir yol yaratması mümkün. 'Değişen' muhalefet bunu başarabilecek mi, yoksa vatandaş yağmurdan kaçarken yine doluya mı tutulacak, zaman gösterecektir…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...