Ana içeriğe atla

Terör kartıyla yeni proje...

"Köken problemi" veya "ilk neden problemi" olarak da tanımlanan meşhur “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?“ sorusunu kendine mesele edinen ilk kişi, MÖ 4. yüzyılda Aristo olmuş. Geçen iki bin küsür yılda insanoğlu bu tür paradokslarla uğraşmayı ve üstesinden gelmeyi öğrenmiş olsa da, Türkiye’de hala mantık çerçevesine oturtulamamış bazı ilişkiler var...

Ülkemizin son yarım yüzyılı, bir tahterevalli ya da halat çekme yarışı olarak tanımlayabileceğimiz bir dengesizlik üzerinden bloke edilmiş durumda. Tabii ki Kürt sorunundan bahsediyorum… Bu meselenin sonuçları üzerinden değil de kökeni ya da ilk nedeni açısından sorgulan(a)maması tartışmaları kilitliyor, çözüme ulaşılmasını engelliyor.

İP ATMA, SİLAH ÇEKME YARIŞI

Teşbihte hata olmasın, bu tahterevallinin bir ucunda Devlet Bahçeli, diğerinde ise Abdullah Öcalan oturuyor. Siz bunu Alparslan Türkeş'in kurduğu MHP ve Abdullah Öcalan'ın kurduğu PKK olarak da düşünebilirsiniz. Ülkedeki siyasi iklimin, tahterevallinin iki ucundaki aktörlerin ellerindeki silah ve iplerin kullanım tarzına göre şekillenmesi nedeniyle TBMM de, DEM ve öncülleri ile 'milliyetçi/ülkücü' bloğun halat çekme yarışı alanına dönüşmüş durumda.

Ortadaki sorunun nedeni üzerine tartışmak yerine tarafların rollerine ilişkin pozisyon alıp çene yarıştırmak, meseleyi çözmek yerine içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bu itibarla son yaşanan gelişmeleri öncelikli olarak tahteravallinin iki ucundaki tarafların pozisyonları dikkate alınarak değil, bizatihi varlık sebepleri, yani işlevleri açısından değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum.

İşte Devlet Bahçeli'nin elinde tuttuğu ipin, Abdullah Öcalan'ın boynuna mı geçirileceği yoksa kuyudan çıkarılmasının aracına mı dönüşeceği; ya da Abdullah Öcalan ve PKK'nın silahının gücünün nelere kadir olduğu ya da Erdoğan'ın bu ip/silah metoforu üzerinden nasıl bir gelecek planı yaptığı gibi sorulardan daha öncelikli olan, bu sürecin neye hizmet ettiğine odaklanmak gerekmiyor mu?

Dolayısıyla, Devlet Bahçeli'nin İmralı mukimine ip atması da, TBMM Başkanvekili koltuğunda oturan ve birinci açılım sürecinde İmralı görüşmecilerinden olan Sırrı Süreyya Önder'in daha bir kaç gün önce 'Barış için kuyu derin değil, ip kısa' temalı konuşması ve Erdoğan'ın meseleyi kuvvetli bir şekilde ortaya atan Bahçeli ile çizilen çerçeveyi olumlayan Özgür Özel'e teşekkür konuşması; bu dönemde ihtiyaç duyulan mutabakata varıldığının işareti olarak görülse de birer sonuçtur ve bizleri problemin kökeninden de çözümünden de uzak tutmaktadır.

Yarım yüzyıllık bu halat yarışında verilen şehitler, kaybedilen evlatlar, çekilen tarifsiz acılar, demokrasinin ve hukukun üzerinde bitmeyen tepinmeler ve ölçülemez ekonomik kayıplar… Tüm bunların sebebi ülkücülerle Kürtlerin birbirinden hazzetmemesi olmadığı gibi, atılan ipin konjonktüre göre bugün aldığı şekil de tüm bu sorunları sihirli bir şekilde çözmeyecek, bunu görmeyen birisi olduğunu zannetmiyorum.

Bu açıdan, esas meselenin, yönetilenlerin mutsuzluğunun artık sınırları zorladığı, yönetici sınıfın da yönetememe sorunu ile karşı karşıya bulunduğu bu iklimde, yapılan bu girişimin, demokratik bir süreçte asla mümkün ol(a)mayacak yol ve yöntemlerin arayışına dönük bir atmosfer yaratma amaçlı olması yüksek muhtemel. Türkiye’nin artık yönetilemez hale gelmiş olması sebebiyle tasarlanan ve yoksullukla mücadele eden kitleler için yeni bir sömürü çarkından fazlası anlamına gelmeyecek olan bir müdahale (restorasyon) projesi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Peki amaç nedir?

YAPISAL SORUN DEDİKLERİ, RESTORASYON İHTİYACI

Eğer bu restorasyonun gerekçesi, düzenin dikişlerini arttıracak seviyeye gelen toplumsal huzursuzluğun kaynağı olan yoksullaşma olsaydı, rıza tabanını geniş tutmak açısından merkez (kitle) partilerin (AKP, CHP, İYİP vs...) kullanılması daha makul olurdu. Yani amaçlanan, işsizliği azaltmak, işçinin, memurun ve emeklilerin refahını arttrmak, esnafı, çifçiyi korumak, üretimi arttırıp paylaşımı daha adil hale getirecek bir siyasi düzleme taşımak olsaydı, kullanılan araçların da buna göre seçilmesi gerekirdi.

Ancak restarosyon, 40 yıldan bu yana etnik temelli bir mücadele hattı inşa eden Öcalan ile milliyetçilik markalı şemsiyenin taşıyıcısı Bahçeli üzerinden gerilerek şekillendirilmeye çalışıldığı için, amaçlananın da kitlelerin refah ve mutluluğu değil, farklı bir şey olduğu sonucuna varmamız gerekiyor…

Peki, sonuç olarak, hangisine ne zaman ihtiyaç duyuluyorsa, ihtiyaca göre hem barış hem de savaş için işlevsel olan Bahçeli'nin ipi ya da PKK'nin namlusu Türkiye için neye tekabül ediyor? Bunu anlamak için neyin kim için ve neden yapıldığı sorularının yanıtlanması gerekiyor, başlangıç noktamız bu olmak zorudadır...

BİZE DÜŞEN...

En başta Suriye sınırları içinde 70 bin kişilik modern bir ordu kuran, İsrail'in katliamlarına ses çıkarmayı bırakın cesaretlendiren ABD olmak üzere; jeopolitik çıkarları sebebiyle Irak, Suriye, Lübnan, Ukrayna, Gazze ve daha sayısız coğrafyanın kana bulanmasına aracılık eden batılı başkentlerin gözünde Türkiye’nin bölgede kontrol altında tutulması ve finansal kurumlar aracılığıyla soyulmaya devam edilmesi ve bunun için de Türkiye'nin iki ayagının üzerinde dur(a)maması gerektiği gerçeği orta yerde dururken...

Bize düşen, düzenin kirli çarkları arasındaki sahnelenen tiyatronun oyuncularının sahne performansını izleyip, meselenin içinden çıkılmaz hale dönüştürülmesine yarayacak pozisyonlar almak değil. Esas olan, senaryoyu yazan ve rolleri dağıtanların neyi neden yaptığının anlaşılmasıdır.

Yaşananları bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda görüyorum.


* Turgay Develi
24. dönem CHP Adana Milletvekili.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...