Ana içeriğe atla

Durun, siz üvey kardeşsiniz!

Özgür Özel'in büyük bir tantanayla startını verdiği kırmızı kart gösterme eylemi sert eleştirilere maruz kaldı ve hatta sosyal medyada alay konusu oldu olmasına ama, kişisel kanaatim, problem eylemin kendisinde ya da içeriğinde değil, daha derinlerde... Yoksa ülkemizdeki muhalefetin dağınıklığı göz önünde bulundurulduğunda, eleştirilerin aksine bu tür eylemlerin iktidardan muzdarip bütün kesimleri aynı hedef doğrultusunda birleştirme potansiyeli taşıması açısından (başarılabilirse eğer) iktidar için yıkıcı bir sonuç yaratabilecek kapasitede olduğuna inanıyorum.

Türkiye'nin her yerinde; sokaklarda, caddelerde, meydanlarda yolda yürüyenlerin, herhangi bir toplu taşıma aracında seyahat edenlerin, konser, şenlik ya da spor müsabakaları dahil iktidarın politikalarıyla mücadele eden insanların bulunduğu her yer ve ortamı kırmızı kartlarla kırmızı bir gelincik tarlasına dönüştürebilecek bir kapasiteye sahip böyle bir eylemin, umudu çoğaltması gerekirken tam tersi bir etki yaratmasının nedenini ise tartışmak gerekiyor…

Burada mesele, seçildiği ilan edilen eylem biçimlerinin etkisiz kalacağına/olacağına olan güvensizlik değil, zira hem ülkemizde hem de dünyada bunun başarılı örnekleri var. CHP yönetiminin 'iktidara kırmızı kart' gösterme eyleminin duyurulmasıyla birlikte kitlelere yayılan umutsuzluk ve alaycılık halinin, her biri etkili olabilecek ve iktidarı sarsabilecek potansiyele sahip olan önceki eylemlerin de berbat bir şekilde yönetilerek heba edilmesinin yarattığı kötü tecrübeye dayanıyor olduğu kanaatindeyim.

Bu hayal kırıklıklarının ve kötü tecrübelerin sebebi ise eylemlerin temelsizliği, yüzeyselliği, siyasetsizliği... Umudunu kaybetmiş ve yorgun düşmüş olan partililer ve geniş halk kitlelerinin aslında tam da bu tür bir mobilizasyona, ilhama, umuda ihtiyaçları var; ancak bunun başarılabilmesi için ön şart, kitlelere bir şeylerin değişebileceğini düşündürtmektir. Oysa bu tür eylemlerin örgütlenmesi ve yürütülmesi dahil olmak üzere, Özgür Özel liderliğindeki CHP yönetiminin hatalarla dolu iletişim yönetimi bunu başarabilmekten çok uzak... Başarısızlığın sebeplerine gelmeden önce ortada duran fiyaskoların ciddiyetine değinmek gerekiyor:

'Kırmızı kart' eylemini duyanların aklına muhtemelen ilk olarak Özgür Özel'in parti genel merkezinde bir grup arkadaşıyla toplanıp binanın ışıklarını yakıp söndürmesi gelmiştir. Susurluk skandalı sonrası başlatılan 'Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık' eyleminin kitlesel düzeyde büyük ilgi görüp tepki örgütlenmesine yol açmasından esinlenildiğini düşündüğüm o eylem, birkaç gün bile sürdürülemeyerek son bulmuştu.  Özel'in her hafta bir miting düzenleyeceğiz sözünü yerine getir(e)memesi ve görevden alınarak yerine kayyum atanan Esenyurt Belediye Başkanına sahip çıkmak adına belediye önünde sürdürüleceği açıklanan eylemin de aradan daha bir hafta bile geçmeden sönümlenmesi de yine benzer örnekler olarak sayılabilir. Yeni görevden almalar ve kayyum atamaları geldikçe sönüp giden yeni protestolar göreceğimize de şüphem yok. Bu iletişim fiyaskoları, Özgür Özel'in imajına zarar vermenin yanında ve kendisiyle birlikte yönetimi ve partisine de güvensizlik yaratıyor... 

Bu artık alışılagelen iletişim başarısızlığın nedeni, CHP yönetimlerinin uzun yıllardır siyaseti pazar olarak görmesi ve strateji denilince de (kendilerinin, danışmanlarının ve ajanslarının) akıllarına yalnızca reklam kampanyalarının, Amerikan seçimlerinde görülüp beğenilen 'yeniliklerin' gelmesi, ancak tüm bu iletişimin altında elle tutulur, gözle görülür bir siyasi temel olmamasıdır. 

Özgür Özel'in ve CHP'nin yaptığı sadece iletişim yönetimi hatası değil, aksine bu iletişim yönetimi fiyaskoları yalnızca birer sonuç... Derinlerde yatan asıl sebep ise CHP'nin, iktidardan kozmetik farklılıklar dışında bir farkı olmaması, gerçekten yeni bir şey vaat etmemesidir... AKP'yi biliyoruz da, 'solcu', 'sosyal demokrat' CHP,  solu, sosyal demokrasiyi, sosyalizmi falan bıraktık, Türkiye kapitalizminin dahi sorunlarını çözecek bir vizyon vaat etmiyor. Türkiye ekonomisinin, tüm merkez partilerin bayıldığı serbest piyasasının düzgün çalışmamasının ve kitleler için yalnızca yoksulluk üretmesinin sebebi, köşe başlarını tutan devlet ve sermayedarların ülke kaynaklarını sömürmeye doyamaması, her alanda oluşan tekel ve oligarşilerin kimseye nefes alacak ve gelişecek alan bırakmamasıdır. 

Tekrar ediyorum, Türkiye'nin ana muhalefeti CHP, solu, sosyal demokrasiyi, sosyalizmi geçtik, bu ahbap-çavuş kapitalizmini, bu çarpık düzeni ifşa ve alaşağı edip düzgün işleyen bir serbest piyasa ekonomisi dahi  kurmayı vaat de etmiyor, buna ehil de değil. Zira kendisi de bu çarkın bir dişlisi konumunda... Bu çarkın, sistemin dışına çıkıp kitlelere oradan seslenemeyen hiçbir siyasi hareketin bu şartlarda umut yaratma, başarılı olma şansı yoktur. 2002 AKP'si bunun bir örneğidir... İletişimcilerin, ajansların çok sevdiği Amerikan seçimlerinde birbirleriyle taban tabana zıt olan Obama'nın da Trump'ın da zaferleri tam olarak bunun örnekleridir, kampanyalarının, reklamlarının bir sonucu değil... 

Kitlelerde heyecan yaratmanın ilk şartı, onları ortak bir paydada, ortak bir hedefte buluşturmaktır. İnsanlarda var olan hoşnutsuzluğu uyandıracak, silkinerek üzerlerindeki ölü toprağını attıracak, onları ayağa kaldırarak bir yürüyüş başlatacak şey, somut bir hedeftir. İktidara kırmızı kart göstermek, yerine ne koyacağınızı söyleyemediğiniz, daha doğrusu yerine farklı bir şey koyma niyetinizi ifade etmediğiniz sürece somut bir hedef değildir. 

Hiç kimse kendilerini örgütlemeden, organize etmeden, stadyumlarda, salonlarda durduk yere İzmir marşı'nı söylemeye ya da 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' diye bağırmaya başlayan onbinleri düşünün... Bu onbinler, kafasına göre at koşturan iktidara kendilerini hatırlatmak, hayatlarını zindana çeviren, tüm değer sistemlerini altüst etmeye çalışan yöneticileri koltuklarında biraz olsun huzursuzlandırmak için, bunu etraflıca düşünmeden, kavramlaştırmadan, bir iletişim stratejisine ihtiyaç duymaksızın, adeta bir dürtüyle, bugünlerin popüler tabiriyle 'Pışık' dercesine bağırmaya başlıyorlar. Ortak paydanın, ortak amacın gücü budur. 

Sonuç olarak, CHP tarafında vaat edecek farklı bir şey olmayınca, iş dönüp dolaşıp temelsiz eylemlere, kampanyalara kalıyor. Soner Yalçın 14 Ocak'ta Odatv'de yayımlanan yazısında bunu tam isabetle ifade ettiği için aynen alıntılamakta sakınca görmüyorum: İdeolojiler sözde 'ölmüştü' ve birbirine benzeyen partilerin farkını ancak reklam aracılığıyla göstereceği dönem başlamıştı!”. 

Derinleşerek yayılan yoksulluk, kimsenin değiştirmeyi vaat etmediği ekonomi politik hattın, Türkiye'de var olan ve adı konulmamış olan oligarşinin doğal bir sonucu. Bu gerçek hatırlanmadığı sürece siyaset, iktidar ve muhalefet arasında sonuçsuz bir horoz dövüşünden öte bir anlam taşımayacaktır, taşımıyor. Şimdilerde kimin belediyeleri daha yolsuz tartışmaları üzerinden tarafların tribündeki taraftarlarını konsolide etmesi de böyle yorumlanabilir ancak.

Burada açıklıkla ifade etmem gerekirse, gerek 42 yıllık gazetecilik tecrübeme, gerekse de TBMM’de görev yaptığım 24. dönemdeki KİT Komisyonunda birlikte çalıştığım Sayıştay denetçilerinin raporlarına şahitliğime dayanarak, hırsızlık ve kamu kaynaklarını suistimal iddialarında partilisini, kendi Başkanını, Bakanını, bürokratını koşulsuz savunanın esaslı her inceleme sonrası yüzünün düşme ihtimali yüksektir. 

Tarafların devamı konusunda birbiriyle örtülü bir anlaşma halinde olduğu ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için değil yönetmek için yarıştığı bu düzenin kirleri bunlar... Bunu vatandaş da bildiğinden, görevden alınan, yargılanan herhangi bir Belediye Başkanı için, ya da onlar tu kaka biz iyiyiz argümanlarına karşı kimsenin kimseye kırmızı kart gösterme ya da yapılan protestoyu ciddiye alma gibi bir niyeti olmamıştır, olmayacaktır.

Sözü, 'Durun, siz kardeşsiniz!' diyerek bitireceğim ama, oralarda sahici bir mücadele verdiğini ve verildiğini düşünenlere haksızlık olmaması adına 'Durun, siz üvey kardeşsiniz!' diyerek bağlayalım....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...