Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...
En son yayınlar

Bu filmi daha önce görmüştük...

Abdullah Öcalan'ın PKK'yı, 'Yenilmedi ama gerekliliği de kalmadı' şeklinde tarifleyerek yaptığı fesih çağrısı, 40 yıldan bu yana akıtılan kanın durdurulacağı umudu yarattı. Barışa amasız, fakatsız evet...  Evet de...  Biz bu filmi daha önce de seyretmiştik sanki. Türkiye kapitalizmi ne zaman krize girse ve eskiyeni yenisiyle değiştirmeye ihtiyaç duysa, mutlaka bir müdahalede bulunuluyor.  Hatırlayalım; Halkın artan refahın paylaşımı ve özgürlük taleplerinin 'iş işten geçmesin' diye kısmen karşılandığı 27 Mayıs darbesinin yanıtı, ülke ekonomisinin küresel düzene entegre edilerek yağmasının önünün açılmasını savunan liberalizmden gelmiş, 12 Eylül öncesinde yaratılan şiddet darbe gerekçesi yapılmış ve 'eskiyen Türkiye'nin yenisiyle değiştirilmesi zapturaptla sağlanmıştı.  Her iki darbeye de destek NATO ve batı başkentlerinden, yani emperyalizmin kalelerinden gelmişti. O Türkiye'de de ağır bir mülksüzleştirme programı Özal eliyle ve IMF ve Dünya bankası ...

Durun, siz üvey kardeşsiniz!

Özgür Özel'in büyük bir tantanayla startını verdiği kırmızı kart gösterme eylemi sert eleştirilere maruz kaldı ve hatta sosyal medyada alay konusu oldu olmasına ama, kişisel kanaatim, problem eylemin kendisinde ya da içeriğinde değil, daha derinlerde... Yoksa ülkemizdeki muhalefetin dağınıklığı göz önünde bulundurulduğunda, eleştirilerin aksine bu tür eylemlerin iktidardan muzdarip bütün kesimleri aynı hedef doğrultusunda birleştirme potansiyeli taşıması açısından (başarılabilirse eğer) iktidar için yıkıcı bir sonuç yaratabilecek kapasitede olduğuna inanıyorum. Türkiye'nin her yerinde; sokaklarda, caddelerde, meydanlarda yolda yürüyenlerin, herhangi bir toplu taşıma aracında seyahat edenlerin, konser, şenlik ya da spor müsabakaları dahil iktidarın politikalarıyla mücadele eden insanların bulunduğu her yer ve ortamı kırmızı kartlarla kırmızı bir gelincik tarlasına dönüştürebilecek bir kapasiteye sahip böyle bir eylemin, umudu çoğaltması gerekirken tam tersi bir etki yaratmasının...

Yeni insanlar, eski partiler...

Oda TV'de Soner Yalçın'ın Sovyetler Birliği'ni çöküşe götüren parti yozlaşması (bürokratlaşma) ile AKP'nin iktidara geldiği günden günümüze geçirdiği değişimi anlattığı "Sovyetler Birliği'ni kim yıktı, AKP'nin çıkaracağı dersler" başlıklı yazısının özellikle "yeni insan" yaratamama başlığı üzerinden, tartışılmaya devam etmesinin yararlı olacağına inanıyorum. Bu mesele, yani, yeni insan yaratamama, Sovyetler Birliği'nde Komünist Parti'yi sosyalizmin bayrak taşıyıcısı olması gerekirken tam da aksine sistemin yıkılmasına yol açacak derecede malul hale getirmişken, Türkiye'de 22 yıldan bu yana iktidarda olan Ak Parti'nin, Soner Yalçın'ın ifade ettiğinin aksine, bırakın bundan zerre olumsuz etkilenmesini, tam da bundan beslendiğini düşünüyorum. O zaman akla gelen ilk soru, aynı sorun, iki farklı ülke ve partide neden farklı sonuç üretebiliyor olacaktır. Sovyetler Birliği'nde (ve Komünist Parti'de) yıkıcı bir etki yarata...

İktidara bir fıkra

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ÇEDES projeleri kapsamında tarikat ve cemaatlere yeni alanlar açmaya devam ederken, Sol'da yayımlanan habere göre yeni eğitim öğretim yılında geçerli olacak biyoloji müfredatının merkezine 'yaratılış' kavramını yerleştirmeyi başaramamıştı.   Bu durum tarikat ve cemaatlere yakın çevrelerce eleştirilse de, henüz bir kaç gün önce (12 Aralık) yine Sol'da yayımlanan 'İnsanlık için olmasa da Akit için büyük adım: Biyoloji bilimiyle tanıştı'  haberi ilgimi çekti. Haberi okuyunca daha da şaşırdım zira Akit neredeyse sadece küfür etmek için kullandığı 'Biyoloji' kelimesini bu kez tamamen farklı bir bağlamda, 'Biyolojik olarak IRK yok.' cümlesi içinde kullanmıştı. Durun, daha bitmedi!   Daha da ilginç olan, bu haberin kaynağının, elinde bulundurduğu bütün imkanlarla sadece ülkemizde değil bölgemizde de din ve mezhep eksenli bir iklim yaratmaya çalışan AKP'nin bu yürüyüşünün en büyük meşruiyet araçlardan birisi olan Anado...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CEO'nun katili kim?

ABD'nin en büyük sigorta şirketlerinden birisinin CEO'sunun New York'ta sokak ortasında öldürülmesi ve sonrasında toplumdan gelen memnuniyet dolu, sistem karşıtı ve şiddetle anti-kapitalist olan tepkiler, geçtiğimiz haftanın en dikkat çeken konularından biriydi... Benim de yazılarını severek okuduğum yazarlardan Ertuğrul Özkök, tüm Amerika'nın nefesini tutarak izlediği bu cinayet hikayesinden yola çıkarak kişisel olarak kendisinin de muzdarip olduğu bir konuyu anlatmış... Ama bunu yaparken, derisinin altına kazınmış gazetecilik refleksiyle haberi atlamama kaygısından olsa gerek, kendisine sunulan dosyayı yarım yamalak okumuş galiba... Zira Özkök'ün Oda Tv'de de yayınlanan yazısının giriş bölümünde anlattıklarıyla, (olay yerine gönderilen bir polis muhabiri bile bu hatayı yapsa kapı önüne koyulur) tüm ABD ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişinin, olay sırasında caddedeki rüzgarın hangi yönden kaç şiddetinde estiği gibi en uçuk, en küçük ayrıntılarını bile...