Ana içeriğe atla

Yeni insanlar, eski partiler...

Oda TV'de Soner Yalçın'ın Sovyetler Birliği'ni çöküşe götüren parti yozlaşması (bürokratlaşma) ile AKP'nin iktidara geldiği günden günümüze geçirdiği değişimi anlattığı "Sovyetler Birliği'ni kim yıktı, AKP'nin çıkaracağı dersler" başlıklı yazısının özellikle "yeni insan" yaratamama başlığı üzerinden, tartışılmaya devam etmesinin yararlı olacağına inanıyorum.

Bu mesele, yani, yeni insan yaratamama, Sovyetler Birliği'nde Komünist Parti'yi sosyalizmin bayrak taşıyıcısı olması gerekirken tam da aksine sistemin yıkılmasına yol açacak derecede malul hale getirmişken, Türkiye'de 22 yıldan bu yana iktidarda olan Ak Parti'nin, Soner Yalçın'ın ifade ettiğinin aksine, bırakın bundan zerre olumsuz etkilenmesini, tam da bundan beslendiğini düşünüyorum. O zaman akla gelen ilk soru, aynı sorun, iki farklı ülke ve partide neden farklı sonuç üretebiliyor olacaktır.

Sovyetler Birliği'nde (ve Komünist Parti'de) yıkıcı bir etki yaratan "meselenin" Türkiye'de (AKP'de ve hatta CHP'de) tam tersi bir sonuç üretmesinin sebebi, bu partilerin farklı varlık nedenlerine sahip olması ile ilgili. Komünist Parti'nin bir düzen inşa etmek ve sosyalist sistemi beslemek için eskinin tutsağı olmayan, yenilikçi, farklı düşünebilen yeni insanlar yaratmaya ihtiyacı vardı - bunu başaramayınca yıkıldı (konu elbette bu kadar basit değil, ancak konudan sapmamak adına basitleştirmek gerekiyor). 

Türkiye'deki siyasi partilerin görevleri ise statükoyu muhafaza etmek, kurulu düzene gereken rızayı sağlayacak meşruiyeti oluşturmak. Türkiye siyasetindeki ve ekonomisindeki kast sistemi değişim de istemiyor, yenilik de istemiyor. Bu şartlar altında ortaya 'yeni insan' çıkmaması bunun başarılamamasından değil, buna gerek duyulmamasından, bilakis aktif olarak engellenmesindendir...

Soner Yalçın'ın yazısının bana düşündürdüğü ikinci konu ise AKP'nin çeyrek asır sonra ortada olup olmayacağı konusu... Ben, mahallemizdeki flama taşıyıcılarının her seçim öncesi attığı "gitti gidiyor" sloganlarının aksine, AKP'nin bir çeyrek asır ve hatta daha da uzun süre (Erdoğan'dan çok daha sonrasına tekabül eden bir zaman diliminde) kurumsal ve fikri olarak ülkemizde etkili olacağını düşünüyorum. Zira bir siyasi parti olarak AKP, Erdoğan'ın şahsına sıkı sıkıya bağlı olsa da bir sosyolojik fenomen olarak AKP'nin ortaya çıkışı Erdoğan'la başlamadığı gibi onunla bitecek de değildir.

Bunun birinci sebebi, ülkemiz ve bölgemizde geçmiş yıllara göre daha kolay oluşturulabilen zihni iklimle, din, dil, mezhep ve kimlik gibi yapay ayrımlarla yaratılan hizalanmanın geçmişte öncüllerini ve bugün Erdoğan ve AKP'yi beslediği gibi, yarın da ardıllarını beslemeye devam edeceğini düşünmem. Yanlış anlaşılmasın, kimlik siyasetini, bu iklimi ve dolayısıyla hizalanmayı yaratan AKP değil, bu iklimin kaynağı ve yaratıcısı, ülkemizde ve bölgemizde dengeler nedeniyle onu değiştirmeyi şimdilik erteleyen Batı başkentleri, yani emperyalizm. Yine de, kimlik siyasetini yaratan Erdoğan olmasa da onun Türkiye'nin fay hatlarını siyasi mühendislik için kullanma dehası ve bu alanda açtığı yolları takip eden çok siyasetçi ve siyasi hareket olacağını öngörmek de zor değil...

Erdoğan sonrasına gitmeye dahi gerek olmadan bugünde kalırsak, AKP ve Erdoğan, neoliberal küresel nizamın emrindeki ılımlı İslam'ın bir ürünü olarak bu yolun temel gerekliliklerinden sapmadan görevini yapmaya devam ettiği sürece "iş almaya", görev yapmaya devam edecektir, ki kendisi de bunun farkında görünüyor. 

(Erdoğan'ı hafife alanlar için ufak bir dip not bırakmak gerekirse: Hakan Fidan France 24 kanalına yaptığı bir değerlendirmede, Putin'in iktidarda kalmayı öğrendiği için daha stratejik kararlar alabildiği yönündeki ifadeye dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aynı değerlendirmeyi Erdoğan için defalarca yaptığım için fazla uzatmaya gerek görmüyorum: Erdoğan da içerideki tahkimatını (MİT, TSK, polis, yargı, Merkez Bankası vs...) tamamlayabildiği ve tam kontrolü sağlayabildiği için, dışarıdan yapılan at değiştirme hamlelerine meydan okuyabildi. Dünya düzeninin ülke ve bölgemizdeki oyun kurucuları, farklı planlar yapmış olsalar da -içeride CHP ve altılı masa muhalefeti, bölgemizde de Suriye'deki gelişmeler gibi...- ona rol vermeye devam etmeye mecbur kalıyorlar...)

Erdoğan'ın, partisinin ve gelecekteki ardıllarının iktidarda kalmasının şart ve koşullarının oluşması için içeride ihtiyaç duyulan siyasi iklimin hazırlayıcıları sağ muhafazakar toplum ya da seçmen olmadığı gibi, kimlik siyasetiyle Türkiye'nin fay hatları kaşınarak siyasetin bu kadar başarıyla dizayn edilmesinin suçlusu da seçmen değil. Bu iklimi en çok besleyenlerin, dolayısıyla koşulların en kayda değer yaratıcılarının, kendileri de bu zehre maruz kalan sol-liberal-entelektüeller olduğunu kaydetmek gerekiyor. Kimlik kaşımalarını fonlamak ya da her fırsatta elinde tuzlukla koşarak görünür kılmak, sermayesinin kontrol edildiği gazete ve televizyonlar ile "yararlı" haber sitelerinde istihdam edilenlerin birinci görevi... Dünyada ve ülkemizde sömürülerek yoksullaştırılan milyarlarca insanın arasına dil, din, kimlik, mezhep gibi ayrılık tohumları ekmek ve emperyalizmin rıza sağlayıcısı Sosyal Demokrasi'yi de çözüm olarak sunmak, geçtiğimiz onyılların en belirleyici faktörü oldu...

Tüm bunlara karşın, bu oyunun yalnızca Türkiye'de değil, tüm dünyada bozulmaya başladığı gerçeği de açıkça önümüzde duruyor. AKP'nin kuruluşunda ilan ettiği ilkelerinden giderek uzaklaştığı, bunun kendi içinde birbiriyle ilişkili birçok sorunu tetiklediği, bunun sonucu parti yönetiminin gittikçe içine kapandığı ve kitlelerden koptuğu görünen bir gerçek elbet. Ama bu, AKP'nin yeni insan yaratamamasından ya da  hükümetin ilk yıllardaki gibi toplumda meşruiyet üretememesinden değil, uygulanan neoliberal politikaların yoksullaşan kitlelerde biriktirdiği öfkenin kontrolünün gittikçe zorlaşmasındandır. 

AKP'nin gittikçe marjinal hale gelmesi ve öfkeyi kontrol etmekte zorlanmasının, rıza üretecek yeni insan yaratmamasından da değil, iktidarını devam ettirmesi için gereken tüketiciyi yaratmakta sıkıntı çekmesinden olduğunu düşünüyorum. 

Sovyetlerle başladık, öyle bitirelim...  Sosyalizm, bazen vaaz edildiği üzere yıkılması kaçınılmaz olduğu için yıkılmadı; aksine, onu yaşatmakla görevli olanların bizzat kapitalizmin hizmetine girip teslim olmaları nedeniyle kesintiye uğradı. Türkiye'de de karanlık kaçınılmaz olduğu için değil, ona meydan okuması gerekenlerin aidiyetleri yanlış yerlerde olduğu için aralanamıyor. Ancak gereken formül ortada: Yeni insanlar, yeni fikirler, yeni yaklaşımlar. Zaman ise lehte akmaya devam ediyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...