Ana içeriğe atla

Ülke, Parti ya da Şehir yöneticileri bizi salak sanıyor!

Anlamakta zorlandığım için samimi olarak öğrenmek istiyorum.

Ülkemizi ya da Partileri yönetenler veya şehrimizi yöneten Belediye Başkanları bizi, bu milleti salak mı zannediyorlar?

Bu satırları okuyan herkesin yardımına ihtiyacım var, lütfen esirgemeyin.



Önce durumu anlatmama izin verin;
Dünyada Bilimin kullandığı alanlardan birisi olan istatistik ispatladı ki üretimin her alanında irili ufaklı birçok farklı şirket faaliyet gösterse de dünyada yaşayan 8 milyar insanın tüketimine sunulan Otomobil, Bilgisayar, Cep telefonu, İlaç, Tohum ve aklınıza ne gelirse hepsi birkaç şirketin denetiminde.

Piyasadaki onca otomobil markası varken, aslında bu çeşitlilikteki markalar birkaç şirketin.

Yüzlerce marka farklı cep telefonunun çalışabilmesi için iki hadi bilemedik sadece 3 tane işlemci olduğunu, geleneksel medya olarak bilinen ve şimdilik görünüşte ‘sınırsız özgürlük’ olarak sunulan alanın sadece 5 şirket tarafından kontrol edildiğini, onlar izin vermezse hiçbir işlemin yapılamayacağı da ortada.

Bir önceki yazımda da değinmiştim, zamanın siyaseti de hiç farklı değil. Ekonomik alanlar nasıl tekelleştiyse siyaset de öyle.Partiler arasında ayrımlar azaldı, farklı partiler birkaç tekelin değişik markalarına benzetildi.

Durum bu ahvalde iken;
Açıp bakın lütfen şu anda seçenek olarak bir birlerinin karşısına çıkarılmış partilerin size özgürlük, adalet ve refah vaat ederken, iktidara geldiklerinde uygulayacakları programlara.
...
 
Tamamının da yukarıda özetlediğimiz tekelci kapitalizm ile bir sorunu yok ve hepsi de piyasanın kurallarına göre ekonomi politikası belirleyeceğini beyan ediyorlar.

Hepsi Neoliberal politikaları koşulsuz kabul ediyor; Birisi diyor ki’ sermaye birikimimiz yok dış borçla büyümemiz lazım’; diğeri de diyor ki ‘evet haklısın ama sen aldığın borçları iyi kullanamıyorsun, ben daha iyi kullanırım’. Bir tanesi önce dış denetime açtığı kurumları( MB, BDDK gibi) sonradan ortadan kaldırmakta beis görmezken, bir diğeri ‘bunu niye yapıyorsun bak borç para verenler sonra para vermezler’ diyerek onu eleştiriyor.

Biri ‘ekonomimiz güvenli olduğu için bize borç veriyorlar’ diyerek övünürken diğeri ‘çok borç aldıkları’ için onları eleştiriyor.

Ama hepsi kendilerine çizilen sınırlar içinde iktidar ya da muhalefet eyliyor.
 
Sorun ya da çözüm olarak da gördükleri şeyler aynı; Çünkü bütün partilerin yönetiminde bulunan politikacıların hepsi aynı politik banttan çıkan seri üretim ekonomistleri. Aralarında sevdiğimiz arkadaşlarımız var ve büyük bir gayret, iyi niyetle işlerini yapıyorlar ama paradigma değişikliği yapmadan sürüden ayrılmaları olanaksız.

Kapitalizmin beşiği ABD’de bile yıllardır ‘ Hissedar kapitalizmine’ karşı gelirin göreceli olarak daha adil paylaşıldığı’ Paydaş kapitalizm’ çağrıları yapılırken, bizim buralarda partilerin sunduğu seçenekler bundan bile ileri değil.

ABD’de Başkanlık, İngiltere’de parlamento seçimlerinde bile tekelleşme karşıtı politikalar tartışılır, mutlak piyasa hakimiyetine son verileceği vaat edilirken ( Elizabeth Warren ve Brnie Sanders), İngiltere’de Corbyn daha ileri vaatlerle demokratik Sosyalizmin temel ilkelerine dönük çağrılar yapıyor.

Buralarda ise partilerden birinin Ekonomi bakanlığını yaparken IMF direktiflerini yerine getiren zat, şimdi partisi bu uygulamadan vazgeçince, parti kurup yeniden ‘küresel’ çapaya bağlanmak için oyuna katılmaya çalışıyor. Karşısındaki parti ise niye IMF denetiminden vazgeçtiniz demiyor açıkça ama o yılların daha iyi olduğunu söyleyecek kadar aynileştiklerini ispatlıyor.

Koca Ragıp Paşa'ya ait bir beyit var: ''Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler" şeklindedir ve: "Kıpti'nin mert olanı, yiğitliğini, kahramanlığını anlatırken hırsızlığını söyler" manasına gelir, biliyorsunuz.

İktidarı öven muhalefetteki O siyasetçi partisindeki koltuk yeni sürüm sol liberaller tarafından işgal edilince, bir gayret daha sola kayarak parti içi sol kulvarı parsellemekle meşgul. Ama partisinde ekonomi yönetiminde bulunanlar, hala o serinin bant üretimi etiketli.

Sadece parti politikalarını belirleyenler için mi böyle acaba?

Sanmıyorum ülke siyasetinin yanı sıra yerel yöneticilerin de ister Büyükşehir ister il, ister ilçe Belediye Başkanları il Genel ve Belediye Meclis üyelerinin politik anlayış ve uygulamaları da aynı seri bant üretimi çözümler içeriyor.

Farklı bir anlayış, halkı üretim ve yönetime dahil eden, paranın dışında bir şey düşünen, tarihi yeniden yazabilecek bir irade ortaya koyanı, bir aykırı seçenek üreteni görüp duydunuz mu?

Bırakın görüp duymayı, bu seri üretimlerden böyle bir mücadele içine girecek birikim ve inançta birini duydunuz mu?

Şimdiye kadar hayır ama umuyor ve bekliyoruz.

Benim kafamın karışıklığını anlatabildim mi acaba?
Daha giriş paragrafında sorup yanıtını aradığım sorular sizin de beyninizi zonklatmıyor mu sahi?

Hadi dünyayı kurtarmaktan(!) vazgeçelim, neden bu haldeyiz ve bize çözüm diye sunulanlar arasında ne fark var, sorusunun yanıtını bulalım bari.

Yaşadığımız sorunların temelinde tüm dünyada uygulanan tek ekonomik sistem varsa; O sistem de ülkemizi her geçen gün felakete sürüklüyorsa, o sistemin ekonomik öğretilerini paylaşan politikacılar bütün siyasi partilerin yönetim kademelerini ele geçirmişse, yeni kurtarıcı diye sunulan partilerin şimdikilerden farkı yoksa… 82 milyon vatandaş ekonomi kaynaklı korkunç bir sarmalın içinde kıvranıyorsa çözüm ne?

Ya yerelde?

Kendi iletişim ve tanıtım organizasyonları ile kendilerinin ne bulunmaz bir nimet olduklarını her gün halkın gözüne sokup sonra da selefleri gibi tarihin uygun bir yerinde yerlerini almayacak, asıl değişimin yerelden genele olacağını bilen yerel yöneticiler, ellerindeki bu gücü fırsata dönüştürebilecekler mi hep birlikte izleyeceğiz?

Benim ülkemizde bulabildiğim en makul ve mümkün görünen çözüm, ümmetten ulus, kuldan yurttaş yaratan mücadelenin örgütü olan CHP’nin, aynı bant üretimi ekonomi politikaların savunucusu ürünleri ve çözümleri reddederek, eşit, adil ve özgürlük yolunda halka yaşadıklarının nedenlerini ve çözümleri anlatarak desteğini istemesi.

TURGAY DEVELİ



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...