Ana içeriğe atla

Deva Dedikleri Antidepresanlar

Hayatta karşılaştığı milyon çeşit sorunu çözemeyen günümüz toplumunun fertleri artık ya antidepresan veya alkol gibi yatıştırıcılara sarılıyor ya da şiddete başvuruyor.

Kadınlara, çocuklara, hayvanlara karşı şiddet artıyor. Türkiye'de yaklaşık 6 milyon kişi antideprasan ilaç kullanıyor. Bu sayıya rağmen Dünya Sağlık Örgütü bu 'tedaviye' ulaşabilenleri nüfusun sadece onda biri olarak raporluyor, bir de ulaşamayanlar var. Onların da bir kısmı, 'paralel' bir tedavi şekli olarak artan alkol ve uyuşturucu kullanımı şeklinde istatistiklere yansıyor.

Ülkemizde çaresiz ve çıkışsız kalan her 100 bin kişiden 12,6'sı, yani yılda 10 binden fazla insan intihar ediyor. Daha geçen hafta içinde 6 polis memurunun intiharı bunun acı bir örneği.

Tüm bu şartlar içinde insanlar, direkt olarak medya kanalıyla, dolaylı olarak da eğitim, öğretim, ailevi ve sosyal tebliğ şeklinde dört bir taraftan bir propaganda bombardımanıyla karşı karşıya: Adını ister kapitalizm koyun, ister son kırk yılın hakim modeli olan neoliberalizm koyun, bu sistem, dünyayı yalnızca ve yalnızca 'kazananlar' ve 'kaybedenler' olarak ikiye ayırıyor. Buna göre başarısızsanız, mutsuzsanız bu sizin bireysel bir probleminiz.

Yoksulluk ve zorluk içerisinde hayatta kalma mücadelesi veren; işsiz veya işsizlik korkusuyla ağır şartlarda çalışmaya mahkum olan; hayatını sermaye sahiplerinin lütfedip ödediği üç kuruşluk maaşı hak edebilmek uğruna okullarla, sınavlarla, kurslarla, kişisel gelişim zırvalıklarıyla, kirayla, faturalarla, hayatı yaşamak ve bir insan olmak için ön şart olarak sunulan tüketim ürünlere ulaşmaya çabalamakla geçiren, sonuç olarak üzerlerinde oluşan bu baskıdan ve stresten etkilenen insanlara, 'yaşadıklarınız sizin tercihlerinizin ve kabiliyetinizin sonucudur' denilerek sorunlarının ve streslerinin kaynağının kendi kafalarının içinde yer aldığı pompalanıyor.

Çözüm olarak da koşulların değiştirilemeyeceği, ancak bireylerin koşullara verdikleri tepkileri değiştirebilecekleri dikte ediliyor. İnsanlık dışı bu sistem, insanların buna bağlı problemlerinin suçunu kendisinden uzaklaştırıyor, bunu stres olarak 'teşhis' ederek psikolojik bir hastalığa indirgeyip, çözümü stresle mücadeleye bağlayan, bu yolda kimi için ilaç tedavisine, kimi için alkol ve uyuşturucu kullanımına, kimi için terapiye, kimi için dine, kimi için yoga ve meditasyona dayanan bir 'deva' arayışına yönlendiriyor. Yani yapılan şey, aslında sosyal olanı bireyselleştirmek, yükünü bireyin üstüne bırakmak, mücadeleyi ve devayı da bireye bırakmak.

'Deva' dedikleri de bu yükü kaldıramayan insanları uyuşturmak, hissizleştirmek, 'aşırı' duygularını ve tepkilerini törpülemek.

Bunun sonucu da ortada: Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Eğer böyle giderse önümüzdeki 10 yıl içinde nüfusun yarısı antidepresan kullanıyor olacak." derken, Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz da, "Türkiye’de ruh sağlığı hastanelerinde doluluk oranı yüzde yüze ulaşmış durumda." diyerek tehlikeye dikkat çekiyor.

Acıyı azaltmak, hayattan keyif almaya çalışmak bireyler için elbette yüce bir hedef. Ama mesele bu değil.

Bu 'tedavi' yöntemlerinin amacı, sorunun siyasetle ilgisini kesmek. 

Eğer milyonlarca insan işsiz olduğu, sağlık sigortasını kaybettiği, çocuklarının öğrenim kredileriyle devasa borçlara saplandığı için 'stresliyse', bunun stres yaşayan milyonlarca bireyin her biri için ayrı ayrı birer biyolojik çözümü değil, tek bir sosyal ve ekonomik çözümü vardır. 

Huzursuzluğun ve stresin nedenini bireysel hayat mücadelesinin detaylarında değil, milyonları bu mücadeleye zorlayan sosyal, politik ve ekonomik eşitsizliklerde aramalı, dikkatimizi bundan uzaklaştırmaya ve hedef şaşırtmaya yönelik sistematik propagandaya direnmeli ve bu sistemin ipliğini pazara çıkarmalıyız. 

Endişe ve tedirginlik hislerinin bireysel seviyede yatıştırılması, farkındalık sahibi ve dirençli olamayan bireylerin başarısızlığının 'tedavi edilmesi' gerektiğini öğütleyen bir yaklaşım, en hafif tabirle insanlık dışıdır.

İnsanı 'özgürleştirerek' bireye, oradan da tüketiciye dönüştüren bu düzenin; toplumsal değişim için ortaya çıkacak sinerjiyi engellemeye dönük, mutluluk, özgürlük ve refahın bireysel çabaya dayandığı ve dünyada yalnızca kazananlar ve kaybedenlerin olduğunu öğütleyen felsefesi, milyonlarca insan için sürekli mutsuzluk, huzursuzluk üretiyor. 

Bize düşen, bu cenderenin altında ezilen ve öfkelenen ancak altında olduğu yoğun dezenformasyon sebebiyle bunun adını koyamayan milyonlara gerçek düşmanı göstermektir.

Çözüm, düzenin çökeltme havuzuna dönen siyasetin ürettiği kimlik ve mezhep müsilajından uzakta, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde daha adil ve eşit bir dünyaya inanan hayalperestler ordusunu örgütlemekten geçiyor. Başarmalıyız.

TURGAY DEVELİ
24. Dönem Adana Milletvekili.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...