Ana içeriğe atla

Erdoğan Nükleer Güç Peşinde

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hani bazen filmlerde gördüğümüz, nükleer başlıklı füzelerin kodlarını bulunduran bir çantaya sonunda sahip olduğunda parmaklarını çantanın üzerinde gezdirip severcesine dokunur mu, ne hisseder, içinden neler geçer bilinmez ama, hiç gizlemediği bu isteğinin gerçekleşme ihtimali yükseliyor. 

Bunun bilinen şimdilik üç yolu var;

Birincisi, saygın uluslararası yayın organlarında ve düşünce kuruluşlarında tartışılan ve Biden yönetimine tavsiye edilen, 'caydırıcılığı ademi merkezileştirme' olarak tanımlayabileceğimiz plana dayanıyor. 

Plana göre, 'Çin ve Rusya saldırganlığına' karşı bölgesel reaksiyon vermenin ekonomik ve askeri olarak daha uygun olması sebebiyle, batı demokrasilerini koruma görevinin tek merkez (ABD) yerine müttefiklere dağıtılması öneriliyor. Bu planın işlemesi için ise coğrafi olarak bu bölgelerin tam ortasında bulunan Türkiye'nin tüm kontrolünü elinde bulunduran Erdoğan'ın NATO ve batıya tam sadakati gerekiyor. Zaten burada bir sorun yok.

Batı yoluna alternatif olan ikinci yöntem ise, Rusya ile birlikte inşa edilen Akkuyu nükleer santrali üzerinden yürüyen ilişki. Akkuyu'nun tamamlanmasıyla ortaya çıkacak gücün kapasitesi ve bunun kullanımının sınırları şimdilik kamuoyu önünde tartışılmasa da açılan bu kapı, Erdoğan'ı nükleer güç hedefine ulaştırabilir. Karşıt gibi görünseler de aslında bu iki seçenek birbirini besliyor.

Üçüncü ama en eski yöntem ise Pakistan ile köklü dostluk/kardeşlik ilişkilerine dayanıyor.

Her üç yol da kuşkusuz uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler dengeleri içerisinde yürütülmek zorunda ve çetrefilli yollar olsalar da Erdoğan hedefe ulaşmakta kararlı görünüyor.

Kuşkusuz her biri kendi içinde birden çok çelişki, tartışma potansiyeli barındırsa ve yine her biri ayrı ayrı yazı konusu olsa da nükleer kapasiteye ulaşmak için yapılan bu mücadeleler, bu yolun tıkanması için bazen darbeler, ayaklanmalar, suikastler, üretim tesislerine düzenlenen sabotaj ve bombalamalara, bazen de örtülü olarak yapılan güç müdahalelerine yol açıyor.

Bu mücadeleye girenlerin kaderini ise cephelere ya da meydanlara çıkanlar değil, evlerinde oturanların kime rıza gösterdiği belirliyor. Bu konudaki en çarpıcı örneklerden birisi geçmişteki İspanya iç savaşıdır ve devrimin boğulmasına tekabül eder.

Bir yakın örnek ise 15 Temmuz. Darbeye kalkışanların başarısızlığı ya da Erdoğan'ın zafere ulaşmasında sokak ve meydanlarda kimin ne yaptığının kısmen etkisi olsa da asıl belirleyici olan, yaşananları televizyondan izleyen halkın neredeyse tamamına yakının bu kalkışmayı onaylamadığı gerçeğiydi.

Bu kalkışma, neden ve sonuçlarıyla bütün taraflar için birden çok ders içeriyor.

Sedat Peker'in bir 'aile' ve 'şeref' meselesi olarak usulca başlattığı, zaman içinde 100 milyondan fazla izlenmeye ulaşarak hakimlerin ve savcıların rüşvetle iş tuttukları için adaletin ortadan kalktığını, asker, polis ve diğer silahlı güçleri ellerinde tutanların kirli ilişkiler içerisinde servet biriktirdiklerini anlattığı videolarının, hedefine koyduğu herkesi halkın nezdinde 'bitirme' çabasına evrilmesi, evinde oturanların rızasını tüketmeden yapılan müdahalelerin başarıya ulaşamadığı temelli bir 'derse' dayanıyor olabilir. 

Eğer böyleyse, kitlelerin düşünce sistematiğine yapılan bu basıncın hedefi, yeni bir sosyolojik ve siyasi saha düzenlemesi için 'rıza' üretmeye dönüktür. 

Bunun da nedenleri arasında, her ne kadar Erdoğan NATO'ya bağlılığını her fırsatta tekrarlayarak ve Biden'a önerilen 'caydırıcılığı ademi merkezileştirme' planı çerçevesinde amacına 'risksiz' bir şekilde ulaşmayı istese de; Suriye politikasında her an manevra yapma ihtimali, Suriye ve Irak sınırına PKK'nın yerleştirilmesine karşı çıkışı, Doğu Akdeniz, Libya, S-400'lü ve Akkuyu'lu Rusya politikaları, içeride BDDK ve Merkez Bankası'nın özerkliğine müdahaleleri gibi finans kapitalin sınırlarını aşan uygulamaları, 'daha az tutkulu ve daha öngörülebilir' bir Cumhurbaşkanı ile daha iyi anlaşacak olanları rahatsız ediyor gibi görünüyor. 

Dolayısıyla Erdoğan'ın tercih ettiği 'risksiz' batı yolu, batının kendisini 'riskli' görmesi sebebiyle akamete uğrarsa, o da hedefine muhtemelen daha 'riskli' yollardan ulaşmaya çalışacaktır.

Bu bakımdan, ülkenin gündeminde sürekli olarak yaşananları, ortadaki tarafların birbirinin gücü kırma, amaçları doğrultusunda rıza üretme veya var olan rızayı ortadan kaldırma hamleleri olarak, değerlendirmek gerekir. 

Avrupa futbol şampiyonasının gündemi işgal ettiği bugünlerde hatırlanabileceği üzere futbolun asla sadece futbol olmadığı gibi, yakalansa veya susturulsa da Sedat Peker de sadece Sedat Peker değildir, bunun unutulmaması gerekiyor.

TURGAY DEVELİ

24. Dönem Adana Milletvekili.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...

Yeni gerçeklikler...

Eger barış süreci akamete uğramaz, uğratılmaz, yani alt kimlik milliyetçiliğinin siyaset üzerinde yaptığı serap etkisi dağılırsa ortaya çıkacak sosyolojik iklim, siyasetteki tıkanıklığı açacak seçeneklerin oluşmasının önünü açabilir. Aslında barış sürecinin de siyasi, ekonomik ve jeopolitik tıkanmaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Eski hikayeler albenisini kaybettikçe anlatıcılarının özgül ağırlığı da ortadan kayboluyor, farklı yollar aranması kaçınılmaz oluyor. Aynı emareler muhafazakar-laik çatışmasını kaşımanın ekonomik resmin üzerini örtmeye yetmemesi gerçeğinin ayyuka çıkması konusunda da görülebilir. Ama oralara şimdi girmeyelim... Alt kimlik tartışmalarının olmadığı bir Türkiye, siyasetin elle tutulur konular tartışılarak yapılmasını gerektiren bir ortama zemin hazırlayacaktır, en azından umudumuz o yönde. Böyle bir Türkiye'nin siyasi haritası nasıl görünür diye merak edenler varsa, son Almanya seçimlerine bir göz atmalarını öneririm. Sosyal Demokrasi'nin, anavat...

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...