Ana içeriğe atla

12 Eylül'ün Bekçileri

Ölçü ve değer birimi olarak para yerine insan hayatının ve kalan ömrünün kullanıldığı distopik bir dünyayı anlatan "Zaman" adlı film, adalet kavramıyla ilgili ufuk açan tespitleriyle bu yazıma da ilham kaynağı oldu. Bir insanın milyonlarca yıl yaşamasına yetecek kadar zamanı fakirlerden 'çalarak' zenginlere dağıtmakla suçlanan kahramanımız, zengin ve güçlü simaların katıldığı bir partide kendisini sıkıştırarak sorgulayan polise, "Çalınmış zaman arıyorsanız, buradaki herkesi tutuklamalısınız!' diyerek itiraz edince kendisini sorgulayan polis şefi, "Anladım, adaletten bahsediyorsun, ama ben zaman polisiyim, adaletle ilgilenmem, sadece ölçebildiğim şeylerle ilgilenirim. Sadece zamanı korurum ve o da şu anda yanlış ellerde.' cevabı veriyor.

Adalet mefhumunun günümüz dünyasında pratikteki karşılığını çok güzel ifade eden bu anektodla yazıya girmemin sebebi, toplumun ihtiyaçlarını siyasetin gündemine taşıyıp, kitlelerin enerjisini kısmen de olsa dönüştürücü güç olarak kullanarak 'adalete' ulaşmayı amaçlayan partilerin, bundan 41 yıl önce 12 Eylül'de yapılan darbeyle başlayan süreç sonucunda artık günümüzde bu işlevlerinden tamamen uzaklaşarak tek tipleşip, (henüz hak ettikleri kitle tabanına ulaşamasalar da sosyalist ya da komünist partiler hariç), sistemin polisi haline gelmesi, getirilmesi gerçeğine vurgu yapmak. Günümüz Türkiye'sinin siyasi partileri adalet arayışında değil, yalnızca ölçebildikleri şeylerle ilgilenir durumdalar.

Bu bağlamda; 1950 seçiminde Menderes'in Demokrat Parti'sine seçim kazandıran "Yeter, söz milletin!" sloganı, Ecevit CHP'sini 1970'li yıllarda büyük bir kitlesel güce dönüştüren "Toprak işleyenin, su kullananın. Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça bir düzen!" sloganı ile bir anlamda Erbakan'ın yaşamının özeti de olan "Adil düzen" sloganları, Türkiye siyasi hayatına damga vuran üç ana aksı tarif eder ve her üçü de bugün unuttuğumuz adaleti hedeflerdi. 

12 Eylül ile bize yapılan da, aslında uygulayacakları programlarla adaleti ortadan kaldıracak olanlara karşı direnecek güçleri tasfiye etmek ve toplumun hafızasını silmek amaçlıydı. Başka bir çok sonuç daha doğursa da darbenin en önemli sonuçlarından birisi, bir görevi de 'eşitlik, özgürlük ve adalet' taleplerini gerçekleştirmek olan siyasi partileri aynılaştırmak oldu. 

Böylelikle partileri yukarıda bahsettiğim köklü vaatlerden, 'Herkese iki anahtar', 'Gençlere bedava internet ve ÖTV'siz cep telefonu', 'Kim ne veriyorsa 5 lira fazlasını veriyorum', 'Bütün kadınlara 500'er lira vereceğim', 'Vallahi mazotu 1 lira yapacağım' ve ' O zaman biz mazotu 80 kuruşa indireceğiz' gibi sloganlarla satacağı şeyi pazar yerine sermiş 'ne alırsan al bir lira' diye bağırarak müşteri toplamaya çalışan pazarcı esnafına dönüştürülmesi süreci başarıya ulaşmış oldu.

İşte bu nedenle, işsizlik 8 milyonu aşmış ve nüfusun yarısı açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışırken, hiçbir parti bunun nedenini ortaya koyup değişim vaat edemiyor. Zira vaat edecekleri değişimin, en önce, hepsinin birden iman ettiği ve halen uygulanan ekonomi politikalarını değiştirmek zorunda olduğunu biliyorlar.

Onun içindir ki artık, hangi vaadi hangi partinin verdiğini ayıracak bir emare, bir işaret bile aranmasına gerek duyulmayan bir zaman diliminde yaşıyoruz. Mesela, bir seçimde birisi 'herkese bayram ikramiyesi vereceğim' diyor, ötekisi bunu yaparak seçmenden rıza beklerken, diğeri de 'bakın nasıl yaptırdım' diye kendi rızasını üretmeye çalışıyor. Birisi cami açılışı gibi dualarla partisinin yargı yılı için açılış töreni düzenliyor, diğeri de gidip o duaya eşlik ediyor. Bunlardan birisi, Anayasa ile 'korunan' laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı halin geldiği için cezalandırılmış, diğeri 'laiklik' ekmeği ile beslenen bir damara sahip olsa da bunun üzerinde tepiniyor.

 Aynı şeyi söylüyor, aynı şeyi vaat ediyor, aynı şeyi yapıyor ama iki ayrı parti olarak birisi, diğeri yorulduğunda, halkın tepki ve öfkesi yükseldiğinde, onun nefeslenmesi için ' bu kadar da olmaz ama' serzenişleriyle yedekte bekliyor. İlk iki sıra böyle de, arkadan gelenler arasında farklı olan var mı diye bakınıp durmayın; birisi şimdiki ittifakın küçük partisinin içinden, diğer ikisi de büyük ortağın eteğinin altından piyasaya salınanlardan.

Hedefleri yoksulluğu yenip ortadan kaldıracak politikalar üretmek değil, düşünen, sorgulayan insanı bireye, bireyi tüketiciye, tüketiciyi seçmene, seçmeni de (ortalama eğitim seviyesi ilkokul terk), haydi kolayından kandırma demeyelim de, 'ikna' ederek düzenin değişmez, değiştirilemez olduğuna ikna etmek. En etkili elemanları ise Ali Erbaş ve hoparlörleri! Erbaş'ın daha çok görünür olmaya başlaması ile hoparlörlerinin sesinin her geçen gün biraz daha açılmasının sebebi de budur, fazlası değil.

Gelinen noktada bütün partiler (yukarıdaki istisna notu baki kalmak şartıyla); zenginlikleri talan eden mülksüzleştirme operasyonlarını destekliyorlar. Cumhuriyetin tüm birikimlerini yok eden kararların altında yine hepsinin imzası var. 

Uluslararası finans kapitalin borç olarak verdiği paralarının getirisini korumakla görevlendirdiği merkez bankalarına bir numaralı görev olarak yazdığı 'fiyat istikrarını koruma' (enflasyonla mücadele) görevine her fırsatta sadakatla bağlı kalın çağrısı yaparak tefecilerin çıkarlarını savunuyorlar.

Sonunda filme geri dönersek; bu 'hırsızın' fakirlere dağıttığı sadece zaman değil, aynı zamanda başka bir dünyaya dair umuttu ve polis (sistem) için asıl tehlikeli olan da buydu. 

İşte aynı sebepledir ki 12 Eylül, halkın taleplerini baskılayarak, bunu örgütleyecek ve dönüşümü gerçekleştirecek olanları yok edip, toplumun hafızasını silerek, asıl olarak umudu ve buna aracılık etmesi gereken siyaset ve siyasetçileri kendisine bekçi tayin etti. 

Bizim işimiz ise umudu yeşertip yeniden örgütlemektir. Bunun için de ilk yapılması gerekenlerin başında, siyaseti yeni bir aksa oturtmak adına bu 'bekçilerin' ipini çözmek geliyor. 

















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CHP'de nasıl kurultay delegesi olunuyor?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'deki tüm il kongrelerini, 4-5 Kasım tarihleri arasında yapılacak kurultaya giden yolun taşlarını döşemeleri sebebiyle yakından izliyor, kimlerin başkan, kimlerin kurultay delegesi yapıldığını isim isim takip ediyorum. Bu ilgim, illerde oluşturulan kurultay delegasyonunun zihni kolonlarını inceleyerek bu inşa sürecinin sonucunda ortaya çıkacak yapının kurultayda nasıl bir irade ortaya koyacağını ve dolayısıyla oluşacak iradenin partinin iktidar olamama sorununa çözüm üretip üret(e)meyeceğini anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Adana kongresi henüz yapılmadığı için kimin il başkanı ve kimlerin de kurultay delegesi olacağı henüz listelenmemiş durumda. Buraya (Adana'ya) ilişkin söz hakkımız baki kalmak kaydıyla merak edenler için ifade etmeliyim ki, tüm Türkiye'de, öteden beri hep olduğu gibi, kongrelerde maalesef çok az siyaset konuşuluyor. İllerdeki kongrelerde temel motivasyon, kalemi elinde bulunduranların aldıkları temsil vekâletinin

Kalıp

Herhalde dünyadaki, ülkemiz, bölgemiz ve hatta şehrimizdeki bütün zenginliği paylaşan bir avuç kişinin en büyük korkusu, bir gün, neyi nasıl düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi; neyin ahlaki, neyin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olduğuna dair zihnimize çizdikleri sınırları aşmaya cüret edebileceğimiz olmalı...   Korkularının bir gün gerçeğe dönüşmemesi için ise, yerelden başlayarak bütün yerküreye yayılmış televizyonları, gazeteleri, sosyal medyaları, haberleri ile her saniye neye gülmemiz, neye üzülmemiz ve hatta nasıl eğlenmemiz gerektiğine dair alt metinlerle dolu filmler, belgeseller, diziler çekip yayınlıyorlar. Bu sınırları zorlayanları terörist, farklı düşünenleri 'aşırı uç' olarak ilan edecek kanaat önderleri yaratıp besliyorlar. Kendilerine muhalif olanların bir kısmını deli olarak damgalayıp toplum dışına, kanun diye yazdıkları talimnamelere uymayanları da çıkarlarını korumak için tesis edilmiş mahkemeler eliyle cezaevlerine atıyorlar. Bütün bu işleyiş

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı. Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum. ... Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir. Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden gen