Ana içeriğe atla

Maskeli Balo

 

Anayasa tartışmaları, yargının siyasallaşarak mahkemelerin Erdoğan’ın hesap sorma araçlarına dönüştüğü eleştirileri, ekonomideki yıkım, eğitim ve sağlık sistemlerindeki çöküş ve 18 yıllık iktidar yıpranmışlığı ile Recep Tayyip Erdoğan’a yöneltilen öfke ‘Gitsin de kim gelirse gelsin’ korosunun güçlenmesine yol açıyor. 

Hedefe sadece Erdoğan'ın oturtulması, gerçekte Cumhuriyeti kimin neden yıkmaya çalıştığı sorularına esaslı bir yanıt bulunmasını engelliyor. Bu sorunun gerçek yanıtını arayanların, sivil toplum örgütleri adı altında yapılan örgütlenmelerin ekonomik ve politik kaynağına ve bunların yaptıkları çalışmalara odaklanması gerekiyor. Ancak bu şekilde doğru yanıtı elleriyle koymuş gibi bulabilirler. Yoksa Erdoğan bir sonuç.

Çeşitli vakıf, enstitü, dernek ya da kooperatif şeklinde örgütlenen bu yapılar bir yandan insan hakları, demokrasi, barış, özgürlük gibi evrensel değerleri içeriksizleştirip sıradanlaştırırken; panel, anket, arama konferansları, çalıştay, dergi ve kitap çalışmaları ile gündeme etnisite, din, mezhep, çok kültürlülük, çok renklilik gibi “imal” edilmiş dayatmalarda bulunuyorlar. Sol ve Sosyalizm görünümlü çıkış ve önermeler ile kirlilik yaratarak ülkenin gerçek gündemini bloke edenler bu araçlarla halkta bir bilinç kararması sağladılar. Kitlesel muhalefetin toplandığı CHP’yi bir yandan ‘Kemalizm’ eleştirileri ile soldan, bir yandan da ‘yeni dünya-küreselleşme’ yalanları ile sağdan sıkıştırarak önce edilgenleştirip sonra da fikren kuşatarak kadrolarını parti yönetimine taşıdılar ve partiyi yalnızca kapitalizmin temel değerlerini savunur hale getirdiler.

1980’de 'zihnen' yenilenler, şimdi yıkamadıkları düzenin sahiplerine parça başı ücretlerle kamuoyu araştırmaları yapıp rapor hazırlayarak, kitap yazarak ve danışmanlık hizmetleri vererek Cumhuriyeti onlar adına dönüştürmeye çalışıyorlar. Bu amaca ulaşmanın ilk kilometre taşı hiç kuşkusuz CHP’nin kuruluş iradesini yansıtan anti-emperyalist bilinci kazımaktan geçiyor. Aksi halde bunu başaramayacaklarını bildiklerinden partiyi vakfa dönüştürüp, kapatmaya çalışıyorlar. Temel harcı laiklik olan Cumhuriyetin ana gövdesine saldırıyı türban meselesini bir mızrak gibi kullanarak ’Ilımlı İslam’ adı altında 90’lı yılların başından itibaren yaparken, diğer yandan da sol/sosyalist görünümü altında etnik kimlikleri kaşıyarak ve çok kültürlülük ile mezhep vurgusunu arttırarak Cumhuriyete ikinci bir cephe daha açmışlardı. Saldırıları aralıksız sürüyor...

Şimdi önlerindeki yeni hedef, kendilerinin de ‘sahibi’ olanların isteğini yerine getirerek, yoldan çıkan Erdoğan’ın her halükarda kontrol edilmesi; o olmazsa da düzeni (kapitalizmi) koruyacak yeni mekanizmaların (koalisyon) oluşumuna katkı vermek. 12 Eylül darbesi sonrası fikri altyapıları çöküp de darbeyi 'zihnen' karşılayamayanlar değersizleşerek piyasada metalaşınca, işverenlerince “açık oluşumlar” ve türevleri aracılığıyla kaşeli olarak işe alındılar. Hizmet sözleşmeleri Özal’dan sonra Demirel, Çiller- Karayalçın, Ecevit-Mesut Yılmaz-Bahçeli döneminde de uzatıldı. Aslında tam Erdoğan dönemi boyunca sürecek uzun vadeli bir kontrat da yapmışlardı ki Erdoğan 2008 sonrası ‘yoldan çıktı’ ve şimdi sahiplerinin adına ona haddini bildirmek için çalışıyorlar. Bunu, işgal ederek ele geçirdikleri CHP’nin önemli koltuklarını da kendilerine siper ederek yapıyorlar. Malum bunu da Kemal Derviş'ten öğrendiler. 

Şu anda 350’ye yakın aynı amaca yönelik oluşum içinde bir yandan kamuoyu araştırması yapıyoruz diye sordukları sorularla soru işareti yaratarak zihinleri bulandırırken, yayınladıkları kitap, makale ve raporlara da aynı konuları taşıyıp, bunları da güya sol’un prestijli gazetelerinde yayınlatarak, anti-emperyalist bilinç üzerinde yükselmiş olan Cumhuriyetin bağımsızlık temelli iradesine onulmaz saldırılar yaptılar ve yapıyorlar. Kuruluşunda ve yaptığı devrimlerde bu felsefenin izleri bulunan Cumhuriyet Halk Partisini de zihinsel olarak kuşatmaları yetmiyormuş gibi parti programına kapitalizmin ruhunu nakşedercesine “Piyasacıyız” yazdırıp, 'CHP’yi kapatalım, vakıf yapalım’ diyenleri parti yönetimine taşıyabildiler.

CHP'nin anti-emperyalist bilincine yapılan saldırı ve kuşatma ile Cumhuriyetin varlık sebebini oluşturan laiklik ve bağımsızlığına yapılan saldırılar tek merkezli ve koordineli. Kadro yapılanmaları, finans kaynakları ve dilleri aynı. 

Tutukluluğu ceza ve işkenceye dönüştürülmüş, adil yargılanmadığı herkesin bildiği bir gerçek olan Osman Kavala hakkında ikinci iddianamenin kabul edildiğini, TELE 1’de Gökhan Kazbek'in programının akışı içerisinde, başka bir konuyu tartışmak için toplanmış birbirinden değerli konukları izlemek için oturduğumda öğrendim. Sayın Kazbek, tartıştıkları konu çok çok önemli ve tartışmacılar zamanla yarışarak izleyicileri aydınlatmaya çalışırken, neden icap ettiyse, daha yeni iddianame ile ilgili muhtemelen tek satır okuma fırsatını bulamamış konuklarına iddianame ile ilgili bir soru yöneltti.

Her biri kendi alanında birbirinden değerli olan konuklar, daha önce kamuoyunda yaratılmış algısı üzerinden yanıt verme ihtiyacı içine sokularak Osman Kavala'yı güzelleme yarışına girdiler. Kavala'nın boynunda “Yurtsever bir aydın ve demokrasi savaşçısı!” apoleti zaten çoktan takılı olduğundan, bunda tekrarı beis görmeyen konuklar, alnına birer öpücük daha kondurarak kendisini uzun uzun kutsadılar.

Yayın konukları arasında bulunan TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın sözleri ise bağımsızlık ve yurtseverlik konusunda meselenin özünü açıkça ifade edip ülkemizdeki bu maskeli balonun aktörlerini teşhir etmesini sağladı! O anda not alamadığım için mealen söylediklerini aktarmak isterim: 'Ceza evinde olan birisi hakkında buradan konuşmak doğru olmaz. Ama kesin olarak şunu söylemek isterim ki, biz ülkemizin tam bağımsızlığı mücadelesi verirken, ABD, Almanya ve Fransa gibi başat emperyalist ülkelerle olan ilişkiler konusunda çok net bir tavır içindeyiz’. 

Bu duruş çok değerlidir.

21. yüzyılda laik ve bağımsız bir Cumhuriyet hedefi olanların bunu başarabilmeleri için önlerindeki seçeneklerden en ileri çıkanı, entelektüel şiddet üretme üstünlüğünü ele geçirerek ezilen, sömürülen ve zihinsel dünyaları lime lime edilen halka önderlik ederek yeniden bu mücadeleye ortak edebilmek. Bunun için ilk yapılması gereken ise Kemal Okuyan'ın yaptığı gibi maskeleri düşürmek. Çalışacağız.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...