Ana içeriğe atla

Erdoğan Batıdan İstediğini Yine Alıyor

Başta Washington olmak üzere batılı başkentler üzerinde ciddi etkisi olan düşünce kuruluşları, dergiler, yayınlar ve gazetelerde son zamanlarda Türkiye üzerine yapılan tartışmalarda, farklı görüşlerin mücadelesi sürse de, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte çalışmak üzere bir işbirliği ortamı yaratılmasını savunanların sesi daha çok duyulmaya başlandı.

Farklı görüşler arasından şahin olarak adlandırabileceğimiz ve ana aksını neoliberal elitlerin oluşturduğu, Erdoğan'dan 'kara kan' diye bahseden kanat, NATO üyesi Türkiye ve Erdoğan'ın tavırlarının artık müttefiklik seviyesinde bulunması gereken güvene dayalı ilişkinin çok uzağında olduğunu, ne pahasına olursa olsun Erdoğan'a artık tahammül edilmemesi gerektiğini savunuyor. 

Örneğin, Demokrasileri Savunma Vakfı'nın Türkiye programı kıdemli direktörü ve eski bir üyesi de olan, 24. dönemde TBMM'de birlikte görev yaptığımız Aykan Erdemir'in, "Kürtlere ve seçilmiş temsilcilerine karşı ırkçı önyargıları körüklemek, diğer tüm seçenekleri tüketen iktidar koalisyonunun son sığınağı gibi görünüyor. Türkiye-ABD ilişkileri tarihin en dip noktasında." ifadelerini alıntılayan Foreign Policy yazarı Liz Aşçı, Erdoğan'ın 'çıkamayacağı kadar büyük bir çukura düştüğünü' ifade ediyor.

Erdoğan karşısındaki bu şahin kanada mensup akademisyen, yazar ve gazeteciler yaptıkları eleştirilerde, Biden'in Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı başta olmak üzere bazı üst düzey danışmanlarının Erdoğan'a insan hakları konusunda baskı yapmaya devam etmenin ötesinde çok az politika seçeneği sunduğunu ve daha sert baskı yapılması gerektiğini savunuyor.

Buna karşılık ise örneğin yine Foreign Policy dergisinin Pentagon, Dışişleri ve Ulusal Güvenlik konularında uzman olan Robbie Gramer, Katie Liningstone ve Jack Detsch gibi güçlü ve etkili yazarların yanı sıra, Dışişleri Bakanı Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan gibi Biden'ın yakın çalışma ekibinin mensuplarının bu sertlik yanlısı görüşleri eleştirdikleri yazıları ise arşivlerde duruyor. 

Son zamanlarda (Blinken ve Sullivan'ın da etkisiyle) daha çok ağırlık kazanan ılımlı kanadın görüşleri incelendiğinde, üç ABD Başkanı eskitip, dördüncüsü olan Başkan Biden'in ile de sekiz yıl süren Başkan Yardımcılığı sırasında birlikte çalışan Erdoğan hakkında, Biden'ın Erdoğan'dan daha fazla kaçamayacağı, ilişkileri daha da bozmanın felaketle sonuçlanabileceği şeklinde özetlenebilecek bir pozisyona çok yaklaşmış durumda oldukları görülüyor.

Libya'da, Irak'ta, Suriye'de, Kafkasya'da, Ermenistan/Azerbaycan çatışmasında, NATO, ABD, Rusya, İsrail ve İran gibi ülkelerle zor denklemler kurmadaki rolü, Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra Balkanlardaki etki politikası ve 750 milyar dolarlık GSMH ile bölgesel bir güç olan tanımladıkları Türkiye ile artık bütünleşmiş durumda olan, girdiği her seçimi kazanan ve tüm devlet aygıtının iplerini elinde tutan Erdoğan'dan hazzetmediklerini her halükarda satır aralarına sıkıştırsalar da, ilişkilerde temkinli olunmasını salık verenler çoğalıyor. 

Sonuç olarak her iki grubun da amacı, iktidarı temsil ettikleri çıkar çevrelerinin lehine davranmaya zorlayacak bir etki alanı oluşturmak. Neoliberal elitlerin esas rahatsızlığı Erdoğan'ın serbest piyasaya müdahaleleri ekseninde ve kendi finansal çıkarları doğrultusunda ne pahasına olursa olsun ekarte edilmesi gerektiği görüşlerinin kaynağı da burada yatıyor. Diğer kanat ise Erdoğan'ı fazla sıkıştırmanın, gelecekteki NATO şemsiyesi altında yürütülecek (özellikle Kafkasya hattında) görevlerde güvenlik sorunları yaratması ihtimalini önleyeceğini ileri sürüyorlar. 

Yeni strateji: Erdoğan'la çatışmak yerine ortak çıkarlar doğrultusunda işbirliği yapabilmek üzere onu 'anlamak'. Eleştirinin dozunu hafifleterek, sınırlarını, muhalefetin de taleplerini karşılayacak şekilde, insan hakları ve demokrasi gibi muğlak alanlarda tutarak Erdoğan'ı, dolayısıyla Türkiye'yi kaybetmemek.

Kesintisiz iktidarında bir çok batılı başkentin birden fazla politikasını test etme imkanı yaşamış olan Erdoğan'ın, eski koşullarda NATO ekseninde bir kanat ülkesi olmak yerine, aynı eksende bölgesel bir güç yaratma arayışında olduğu ve bunun Beyaz Saray'ın Batı kanadı mukimlerince de sınırlı bir şekilde kabul gördüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.

Buna Erdoğan'ın bir itirazı olmayacaktır, ki zaten olmadığı son 20 yıl içerisinde defalarca da görüldü. Zaten bu süreçte Ankara, Erdoğan'ın iktidarına fazla gölge edilmemesi karşılığında politik olarak ortak bir nokta bulunabileceği mesajını batıya göndererek topu karşı tarafa atmıştı;cevabı almış görünüyor.

Erdoğan'ın NATO görevlerini yerine getirmede sadakatini sürdürmesi karşılığında, iç politikada ve bölgede -NATO karşıtı olmayan- kendi oluşturduğu çerçevenin sınırlarına itiraz edilmemesi şeklinde kurulan bu yazısız anlaşma, batılı başkentlerce yavaş yavaş onaylanma aşamasına geliyor. 

Bütün devlet yapısını değiştiren, silahlı mekanizmalar (Ordu, Polis, MİT, Jandarma, ÖSO ve bir çok paramiliter örgüt) üzerinde eşsiz bir otorite sağlayan ve yeminli bir kitle tabanı oluşturarak aradan geçen sürede etkisini de giderek arttırarak sadece ülkenin değil bölgenin en etkili liderlerinden biri haline gelen Erdoğan ile ilişkilerinin yeni seviyesi, onu istediği alanlarda özerk tutacak ama genel çerçevenin dışına çıkmasına izin vermeyecek bir yapı kurmak üzerine inşa edilmiş durumda.

Bu gelişmelerin muhalefete yaşatacağı hayal kırıklığını ölçmek için ise biraz daha beklememiz gerekiyor. 

Zira muhalefet, bütün planlarını Erdoğan'ın Biden'dan güçlü bir elektrik alamayacağı, dış dünyadan gittikçe soyutlanacağı, bunun yaratacağı ekonomik yıkımın ise Erdoğan'ın içerideki desteğini yavaş yavaş da olsa eriteceği varsayımı üzerine kurmuştu. Yeni dengeyi görmeleri, anlamaları ve hazmetmeleri biraz zaman alacak.

Halihazırda muhalefetin AKP ile ortak politik yönelimleri ve bunun sonucu olarak oluşan birbirinin kopyası olan ekonomik politika tercihleri, bu hazmı kolaylaştıracaktır. Seçim vaatleri bile neredeyse birbirinin kopyası olduğu için aslında seçmen de neyle karşılaşacağı konusunda hiçbir sürpriz yaşamıyor ve her partinin aynı şeyi savunduğu ve aynı şeyi yaptığı bir konforu yaşıyor!

Yaklaşık 40 yıldan bu yana elbirliği ile çıkardıkları yıkım yasalarının yarattığı yangının üzerine bir bardak su dökmekten fazlası olmayan, çiftçiye mazot desteği, aile sigortası, öğrenciye burs ve esnafa faizsiz destek gibi vaatler, her seçimde her partinin çantasında hazır ve rakamlar güncellenerek seçmene sunulmak üzere bir sonraki seçimi bekliyor. İktidar ile muhalefet arasındaki simbiyotik ilişki bu kadarla da kalmıyor; öylesine benzerler ki, muhalefet bir dönem uygulamak için seçmenden oy istediği bir projenin iktidar tarafından uygulandığını görünce (aile sigortası) bu bizim projemizdi diyor, muhalefet iktidarın söz verip yerine getirmediği projeleri (katsayı, EYT) gibi iktidara gelirse kendisinin uygulayacağını beyan edebiliyor.

Sadece AKP'nin değil, daha önceki dönemlerde iktidara gelen partilerin tümünün uyguladığı aynı ekonomi programı nedeniyle hızla yayılan işsizlik ve yoksulluğu yönetebilmenin bir diğer önemli başlıklarından olan sosyal yardımlar meselesi ise tam kapanın elinde kalan bir uygulama. İktidar genelde, muhalefet belediyelerde, fakir fukaraya sadaka dağıtır gibi davul zurnalar eşliğinde, kameraların önünde 'biz daha çok dağıtıyoruz, bizim çeşidimiz daha çok' tarzı gösterişli törenlerle bunu cümle aleme ilan ediyorlar.

Sonuç olarak, iktidar yürüyüşü içeride suya sabuna dokunmadan siyaset yapmak, dışarıda ise batılı başkentlere göz kırparak bulduğu her fırsatta 'Erdoğan yoldan çıktı, biz sizin ekonomik programınıza bağlıyız. Erdoğan otoriterleşti, özgürlük alanlarını daralttı, demokrasiyi geriletiyor' çağrıları yapmaktan ibaret olan muhalefetin, Erdoğan'ın ördüğü bu yeni ilişkisine karşı nasıl bir pozisyon alacağını yaşayarak göreceğiz ama dışarıda rahatlayan Erdoğan'ın bunu içeride neye tahvil edeceği henüz soru işaretleriyle dolu. 

Kıblesi kapitalizm olan, soncu halka işsizlik, yoksulluk olarak yansıyan tüm bu çıkar ve güç ilişkilerinden pay almak üzerine kurulu mevcut siyaset aksın karşısında, halkçı, kamucu, planlamacı, bağımsızlıkçı bir Cumhuriyet hedefleyen yeni bir siyasi hat oluşturulmalı.


TURGAY DEVELİ

24. Dönem Adana Milletvekili.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...