Ana içeriğe atla

Kitlesel Ayinlerin Mutlu Uyuşukluğu

Ünlü Fransız filozof Rene Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" sözü, bedeni değil zihni işaretlemek için söylenmişti. Varlığından şüphe eden zihin, varlığını şüpheye imkan veren düşünce eylemiyle kanıtlar.

Her şeyin fazlasıyla karmaşıklaştığı günümüzde düşünmenin ve düşüncenin yerini sosyal medya, din ve politika tarafından üzerimize atılan propaganda bombaları aldı. Oysa, felsefenin birleştiren, sentezleyen, analiz eden, tartışan ve dolayısıyla da güven veren araçlarına çok ihtiyacımız var.

Sorgulayan zihne kuşkuyla bakılması felsefi düşünceyi bıçak gibi keserken, kolektif düşünce, sorgulama ve tartışma süreçleri sonucu oluşturulan ortak değer yargıları yerini çatışmaya ve bölünmüşlüğe terk ediyor. 

Herkes kendi dogmalarını alıp kendi mahallesine çekildi. Toplum temellendirilmemiş gerekçelerle 'düşünmeyi' karar verme süreci dışına iterek, yükümlülük ve sorumluluktan kurtuldu. 

Sosyal medya ve oluşturduğu filtre balonları sayesinde hızla yayılan düşün(e)meme furyası belleği rahatlatırken, beyni zehirledi. Facebook, Twitter gibi mecralar, benzer şeylere inandırılan ve bunun mutlu uyuşukluğu içerisinde yaşayanların kitlesel zevk ayini ortamına dönüştü.

Bu yaşananlar elbette ki tesadüf değil. Kalabalıkların hizada tutulabilmesi ve dolayısıyla düzenin bekası için soru sormanın, sorgulamanın önüne geçilmesi gerekiyor. Bazısı dinle, bazısı mezheple, bazısı etnik kimlik hikayeleriyle, bazısı korkuyla, bazısı sahte aydınlanma vaatleriyle uyutuluyor. 

2009 yılında TÜBİTAK'ın dergisinde Darwin'in sansürlenmesi bunun yalnızca bir örneği. Sansüre uğrayan, karartılan bilimdir, akıldır. Bu akıl ve bilime karşı dogmanın zaferini simgeler. Diğer bir örnek ise, din psikolojisi uzmanı bir ilahiyatçıya felsefe ders kitabı yazdırılması olayıdır. Yazdığı kitap liselerde ders kitabı olarak okutuldu...

Bu iki çarpıcı örneğin vardığı nokta şu ki, birlikte yaşamın taşıyıcı kolonları, dogmalarla çevrelenmiş bir 'sandık iradesi' ile kesilerek ve de dolayısıyla demokrasi için yaşamsal bir değere sahip olan düşünme ve düşünce eylemi devre dışı bırakılarak oluşturuluyor.

Bunun sonuçlarının alınması da fazla uzun sürmedi. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kendi yaptığı çalışmaya göre ilköğretim öğrencilerinin yüzde 40’ı okuduğunu anlayamıyor. Okuma-yazmayı hiç bilmeyenleri veya okumayı geçtik duyduğunu dahi anlayamayanları da ekleyince vaziyetin vahameti daha açık görülebiliyor.

İlköğretim seviyesinin bu olduğu ülkemizde, herhangi bir başarı ya da başarısızlığı sorgulayacak ve çeşitli görüşleri sentezleyebilecek akıl devreye sokulamıyor. Afganistan/Taliban pratiği ile bir kez daha ispatlandı ki; ülkece bir geleceğimiz olacaksa bu karanlıktan derhal çıkmamız gerekiyor. 

Buna çözüm bulması gereken siyaset kurumu. Ama ne yazıktır ki, ülkemizdeki meclis muhalefeti ve onları entelektüel olarak besleyen politika yapıcılarının zihni debilerine şöyle bir göz atınca, en azından gidişatı durduracak ya da tersine çevirecek bir umut ışığı için iyimser olabilmemiz zor görünüyor. 

Bunun sebebi ise, bırakın bu örgütlü cehaleti yaratan politikaları kararlı ve cesur bir şekilde tasfiye etmeyi vaat etmeyi, tam tersi, onlar da bu karanlığın yaydığı korku ve cehaletten besleniyorlar. Dolayısıyla, aynı ekonomi politik çizgiyi savundukları halde, iktidardaki partiden farklı bir sonuç alacaklarına dair vaaz bile verebiliyorlar. Bu itibarla da içinde bulunduğumuz karanlığı aydınlatabilmek adına, bu karanlıktan beslenen ve bu karanlığı besleyen tüm aktörleri değiştirmemiz gerekiyor. 

Sadece kadim Anadolu topraklarının değil, coğrafi ve siyasi olarak dünyanın da geleceğinin, sadece güvenlik mimarisi ve psikolojisine gömülü olmasına rıza göstermeyerek, yaşananları, kaynağı, anlamı ve nedeni üzerine düşünerek ve bunları bilimsel verilerle değerlendirmeyi başarabilmemiz gerekiyor.

Bunun biricik yolu da sırtımızı işimize gelen yalanlara değil; anlayabilme, sorgulayabilme yetisi veren bilime; binlerce yıl önce Sokrates'le, Aristo'yla başlayan mantığa dayamamız gerekiyor. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...