Ana içeriğe atla

Bir sabah parlamenter sisteme uyansak...

Bir sabah kalktığımızda, Erdoğan'ın 'artık bu kadar yeter' diye nedamet getirmiş ve Osman Kavala ile Selahattin Demirtaş'ı serbest bırakmış olduğunu görebiliriz. Hatta ardından başkanlık sisteminden de vazgeçip parlamenter sisteme geri dönmeye karar verse, 'ittifak' muhalefetinin tanıdık simaları, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi, ağlamakla ağlamamak arasındaki bir yüz ifadesi ve şaşkınlıkla  uzunca bir süre ne yapacaklarını, ne diyeceklerini bilemezler herhalde.

Türkiye'nin çok uzunca bir süredir gündemini oluşturan bu iki keyfi tutukluluk hali ile ülkenin hiçbir temel sorunun çözümünü sağlamayacak olan parlamenter demokrasi tartışmalarının yapay ve aynı zamanda komik olduğu ortada.

Gerek Kavala'nın, gerek Demirtaş'ın cezaevine attırılmasının sebepleri ile bir zamanlar Erdoğan'la hedef birliği kurmalarını sağlayan sebepler aynı. İşin komik tarafı ise herkesin oynanan bu tiyatroyu (çekirdek çitleyerek iş makinesi seyredenler gibi) seyredip, kendince manalandırmaya çalışması.

Türkiye'de etnik kimlik, dini kimlik, mezhep vb. konulu 'araştırma' ve 'çalışma'lar yapan her tür araştırma şirketine ve sivil toplum kuruluşuna, Kavala'nın TESEV'i de dahil olmak üzere, yurt içinden ve dışından açık toplumcu kanallar yoluyla yıllarca para aktı. Sivil toplum projeleri adı altında toplumu mezhepler, kimlikler üzerinden tanımlayan çalışmalar yaptırılıp, çıkması istenen sonuçlar bulgu adı altında yine aynı ekip tarafından fonlanan medya organları ile duyuruldu, kamuoyu oluşturuldu. 

"Dini inancınız, mezhebinizden dolayı kendinizi dışlanmış hissediyor musunuz?" ya da "Etnik kimliğinizi rahatça ifade edebiliyor musunuz?" gibi soruları yıllarca bıkmadan insanlara sorup bu konularda 'araştırma' yaparak sonunda ülkede olan biten her şeyi kimlik siyasetinin bir konusu haline getirmeyi başardılar.

Erdoğan, bu çalışmaların benzerlerini meydanlarında yapmıştı. Sonuç olarak batının ve liberallerin sevgilisi olan ilk versiyon Erdoğan 1.0, 'Ben insanları dilinden, mezhebinden, kimliğinden dolayı, Laz, Çerkez, Gürcü diye değil, yaradılanı yaradandan dolayı seviyorum' diye konuşuyordu. 

Sadece bu kadar değildi elbette; 

Cumhuriyetin yurttaşlarına etnik kimliğin ikame edilmeye çalışıldığı rollerin kahramanlarını da izlemiştik. Oyunun yazıcıları, rolleri Erdoğan'ın iktidarının güçlenmesi ve kalıcılaşmasına göre dağıtmış ve bu İmralı tutanaklarında da açıkça ifade edilmişti. Tutanaklarda Öcalan'ın, Sırrı Süreyya Önder, Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan'a söylediği 'AKP iktidarını ben koruyorum' sözleri, Kürt hareketinin Erdoğan'dan çok umutlu olduğu yılların bir nişanesi olarak duruyor. 

Dolayısıyla, aslında Erdoğan, Soros, Kavala, TESEV, Açık Toplum Enstitüleri ve Öcalan, Demirtaş nezdinde Kürt hareketi aynı amaç etrafında birleşmişlerdi; Yurttaşlık bilincini kazıyarak Türkiye'yi dillere, etnik kimliklere, mezheplere vs. göre tanzim etmek.

Peki ne değişti de bu tasada ve kederde hedef ortaklığı bitti ve Erdoğan eski mesai arkadaşlarını düşman tahtasına yerleştirdi?

Ortaklığı bozup, rüyayı kabusa çeviren ve tarafları düşmanlaştıran, bol bol bulunan sıcak paranın bitmesi ve bunun sonucunda Erdoğan'ın iktidarının zora girmesi oldu. Dünyada uygulandığı bütün ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de cari açık, yaygın işsizlik, gelir dağılımı uçurumu olarak aynı sonucu veren ekonomik politika sürdürülemez olunca Erdoğan sertlik politikalarına dönmek ve milliyetçi bir hikaye oluşturmak zorunda kaldı. 

Her ikisi de birbiriyle bağlantılı bu ilişkiyi Erdoğan önce iktidarının meşruiyeti için liberal bir görüntü vererek dışarda kullanmıştı, şimdi de milliyetçi bir görüntü vererek içeride iktidarını korumak için kullanıyor. Soros ile ilişkisi ve kimlik temelli mücadele, bir dönem işine geldi. Şimdi, dünkü dostlarına bugün düşman muamelesi yapması, onların değişmesi ya da gerçekten suç işlemeleri sebebiyle değil, sadece kendisinin durduğu tarafın değişmesi sebebiyledir. 

Erdoğan'ın, eski 'dostlarını', hukuk mukuk dinlemeyip cezaevlerine atması, yasama ve yargıyı tek elde toplaması tesadüf değil. 

Erdoğan'ın bu yönelişinin bir zorunluluk olduğunu, izlediği ekonomi politikasının başka bir sonuç doğurmasını beklemenin akla aykırı olduğunu geçen hafta "Erdoğan aptal değil" başlıklı yazımda anlatmıştım. Turgut Özal'lı ANAP'ın, ardından gelen Süleyman Demirel/Tansu Çiller ile Erdal İnönü/ Murat Karayalçın'lı DYP/SHP'nin, Tansu Çiller/ Mesut Yılmaz'lı ANAYOL ya da Bülent Ecevit/ Mesut Yılmaz/Devlet Bahçeli'li ANASOL da aynı akıbete uğrayarak tarihe gömülmüştü. 

Görünürde farklı söylemlere sahip bu partilerin kaderlerini ortaklaştıran, yıkılışlarını kaçınılmaz kılan  uyguladıkları ekonomik modeldi. 

Dolayısıyla Erdoğan, muhalefetin iddiasının aksine, yargıyı, yasamayı kendine bağladığı, Demirtaş ve Kavala gibi isimleri haksız hukuksuz cezaevine attırdığı için değil, uygulanan ekonomik modelin sıcak paraya muhtaç, cari açık yaratan, kitleleri yoksullaştıran, gelir uçurumu yaratan, işsizliği patlatan sonuçlar yaratması kaçınılmaz olduğu için halkın özgürlük alanlarını daraltıp toplumu nefessiz bırakıyor.

Muhalefet, meselenin ekonomi politikalarından kaynaklandığını teğet geçerek dün Altan kardeşler, Nazlı Ilıcak, Enis Berberoğlu gibi isimler, bugün de Osman Kavala, Selahattin Demirtaş üzerinden gündem ve demokrasi kahramanları yaratıyor. 

Elbette bir tek kişinin bile haksız ve hukuksuz şekilde özgürlüğünün elinden alınmasına karşı durmak her yurttaşın boynunun borcudur. Bununla beraber bu hukuksuzlukları doğru yere oturtup, buna neden olan politikaları savunmak ise akıl dışı. 1990'lı yıllarda faili meçhuller yaratan çeteler üzerinden yürütülen kirli savaş, Susurluk'la patlayan irin, şimdi İdlib, SADAT, ÖSO tipi yapılanma ve bunların yol açtığı sorunların tamamı bu kanlı düzenin ürünü. 

Okuyucuyu bıktırma pahasına defalarca yazdığım üzere bu sonuçları yaratan düzeni tartışmak yerine, son 40 yılı sadece olaylar ve ortaya çıkan sonuçlar üzerinden değerlendirmek hedef saptırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Batı dünyası artık işlemediği kabul edilen bu ekonomik düzen yerine yeni bir dünya düzeni üzerine tartışırken Türkiye’de muhalefet,  aynı kimlik siyaseti soslu konuları temcit pilavı gibi kamuoyunun önüne atıp, bu arada da ekonominin durumundan bunalan vatandaşın iktidarı cezalandıracağını umarak, hiçbir sorunun kaynağına inmeden, hiçbir köklü değişim vadetmeden ittifaklarla seçim galibiyeti arıyor. 

Bunun sebebi ise sorunların köküne inildiği takdirde ekonomik politika ezberlerinin bozulacağını bilmelerindendir. 

Başa dönelim, Erdoğan yarın sabah uyanıp hukuksuzca içeride tutulanların tahliyesi buyursa, ilgili bir emir erine de derhal parlamenter sisteme dönmek üzere talimat verse, bugünün Türkiye'sinde muhalefeti iktidardan nasıl ayırt edeceğiz?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...