Ana içeriğe atla

Deli gömleği...

Yerel seçimler, bir çoğunu yakından tanıdığım çok sayıda ismin yeniden yahut ilk kez seçilerek belediye başkanlığı koltuğuna oturmasıyla, benim de üyesi olduğum CHP'nin 'zaferiyle' sonuçlandı.

Bu vesileyle seçilen herkesi kutluyor ve başarılar diliyorum.
...
Yerel seçimlerde yurttaşların tercihlerini belirleyen temel dinamiğin, emekli maaşlarının ve asgari ücretin enflasyona yenik düşmesi sonucu iyice hissedilir hale gelen yoksulluk olduğu görülüyor.

Seçilen belediye başkanlarının ücret artışları noktasında ellerinden bir şey gelmeyeceği bilinerek yapılan bu tercihi ise biriken öfkenin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumda bu öfke patlamasının sofralara tek etkisi (o da olursa), yoksulluğun etkilerini ancak hafifletebilecek olan sosyal yardımların muhalif belediyeler kanalıyla arttırılması olabilecektir.

Yerel seçim sonuçlarını, bir yönüyle ve kısmen, genel iktidara yürümesi için CHP'ye verilen bir avans olarak görmek mümkün. Milli görüş’ün yerelden genele giden iktidar yürüyüşü insana baygınlık geçirtecek kadar sıkça incelenip tartışıldığı için bu kısmın üzerinde tekrar durmaya gerek yok. Ancak zafer sarhoşluğuna kapılmadan önce bu sonuçları getiren rakamlara bakmak, seçmen tercihlerini doğru analiz etmek gerektiği kanaatindeyim. 31 Mart sonuçları Cumhuriyet Halk Partisi için bir zaferden ziyade tabanını genişletebilmek için açılmış bir kapı olarak görülebilir.

Öte yandan, bu seçim sonuçları, özellikle halkın biriken öfkesi karşısında artık bir yönetememe krizi ile karşı karşıya bulunan iktidar açısından farklı anlamlar taşıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik bunalım yeni değil. Henüz on ay önce benzer ekonomik şartlar altında sandığa giden seçmen sürücü koltuğuna yine Erdoğan’ı oturtmayı seçti.

Aradan geçen on ayda yaşanan en büyük ‘değişim’ ise Mehmet Şimşek’in ülkeyi seçim ekonomisinden çıkarıp neoliberal fabrika ayarlarına döndürmeye başlaması oldu. Önümüzdeki seçimsiz dört yıllık dönem, kapitalizmin klasik döngüsü doğrultusunda gerçekleşmek zorunda olan krizin, genel iktidarın kaybedilmesine yol açmayacak bir şekilde ‘aradan çıkarılması’ için elverişli bir zaman dilimi gibi görünüyor olmalı…

İşte bu neoliberal fabrika ayarlarına dönüşün, önümüzdeki yıllarda ekonomik şartların giderek daha da sertleşmesine ve acı reçetenin yine ve bir kez daha vatandaşa yazılmasına neden olacağını görmek için de kahin olmaya pek gerek yok.

Bu şartlar altında, özellikle de muhalefetin yerelde iktidara ortak olduğu bir ortamda bu seçim sonuçlarının, iktidarın krizi kendi hükümranlık alanından uzakta tutmasına yarayan bir fırsat yarattığı şeklinde de okuyabiliriz. İktidara karşı biriken öfkenin ve basıncın bir kısmı 31 Mart seçimleriyle boşalarak muhalefete alan açtı açmasına ama, şartların giderek kötüleşeceği önümüzdeki dört yılın hesabına muhalalefetin de ortak edilmesine imkan sağlayan bir siyasi yapının oluşma ihtimali de pek uzak değil.

İktidarın, ekonominin soğutulduğu acı reçete döneminde muhalefeti iktidara ve dolayısıyla krize ortak edip, asıl önemli olarak gördüğü bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar yeni ve 'taze' bir ekonomik büyüme dönemine hazırlanmayı planlıyor olması muhtemel. Acı reçetenin uygulanmasının nihayete erdiği bir ortamda hem para musluğunu, hem de kimlik siyaseti kartını elinde tutan iktidarın bir sonraki seçimlerde kolay lokma olacağını düşünmek büyük bir yanılgıya düşmek olacaktır.

Dolayısıyla, en meraklısının bile bir süre sonra tartışmaktan uzaklaşacağı bu seçim sonuçlarını, 'Yurttaş iktidara kırmızı kart gösterdi, AKP eridi.' veya 'CHP'nin büyük zaferi...' olarak görüp buna 'Millet yeniden uyandı.' diye sevinenleri uyarmak da benim görevim olsun.

Neoliberal paradigma tarafından şekillendirilen ve kimlik siyaseti yoluyla güdülen bu düzenin oluşturduğu siyasi iklimde bu kısır döngüden çıkılması mümkün değil. Bu düzen tarafından çizilen zihni sınırlar aşılamadığı sürece siyasetin hiçbir kurum ya da aktörünün üreten, emeğin karşılığının alındığı, eşit, özgür, adaletli bir yaşam yarat(a)mayacağına ilişkin inancımın devam ettiğini ifade etmem gerekiyor. Bu inancımı destekleyen ve geçmişi anlatan tablo da önümüzde açıkça durmaya devam ediyor…

31 Mart seçimlerinden sonra sıkça atıf yapılan 1989 yerel seçimlerinin sonucunun da Özal’ın neoliberal politikalarının sonucunda yaşanan ekonomik yıkıma dönük bir tepki olması tesadüf değil. 1989 sonrasında da hiçbir siyasi partinin neoliberal kriz döngüsünden çıkmayı başaramaması, yıkımı vatandaşın sırtına yüklemek dışında bir çözüm bulamaması 90’lı yılların istikrarsız siyasi atmosferine ve seçmenin SHP-DSP-CHP-ANAP-DYP-RP derken alfabede harf bırakmayan savrulma ve arayışlarına neden olarak en sonunda AKP’yi ve Erdoğan’ı yarattı.

Aynı tablo bugün de seçmenin CHP, AKP, MHP, İYİP, YRP vs. arasında tercih değiştiren oylarıyla umduğunu bulamayacağını, yalnızca bu tercih değişikliğiyle koltuk kaybedip koltuk kazananların (birkaç istisna hariç) hızla ve ölçüsüzce zenginleşmeye devam edeceklerini işaret ediyor.

Oluşan yeni siyasi atmosfer ve muhalefetin önünde açılan kapılar, bu döngüyü kırabilmek, Türkiye’ye ve siyasete giydirilen bu zihinsel deli gömleğini çıkarabilmek için önemli bir fırsat yarattı… İktidarın kısıtlı manevra alanının aksine muhalefetin zincirlerinden kurtularak yeni bir yol yaratması mümkün. Bunu başarabilecek miyiz, yoksa vatandaş yağmurdan kaçarken yine doluya mı tutulacak, zaman gösterecektir…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beşiktaşlılar üzülmeyin, ADS sizin için de var...

Süper liği takip eden futbol taraftarları arasında Beşiktaş'ın küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş ADS'ye yenilmesi futbol ile ilgili ilgisiz bir çok kesimde dikkat çekmiştir. Bu yenilgiye şaşıran ve de özellikle üzülenler çoğunluktadır. Ama şaşıran ve üzülenler başta olmak üzere herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki Beşiktaş sadece bir futbol kulübüne karşı değil çok zor zamanlarda ve ancak tarihin belli dönemlerinde vücut bulabilecek bir şehrin ruhuyla karşılaştı. Ortaya çıkan sonuç da bunun karşısındaki için kaçınılmaz olacaktı. KİR, SUÇ; FUTBOL Yok, 1932'den 1968'e kadar Portekiz'in idaresini elinde tutan faşist diktatör António de Oliveira Salazar'ın rejiminin fado ve fatima ile birlikte üç dayanağından biri olduğu gerçeği ile özdeşleşen futbolu kutsayacak değilim.. (Portekizce: três F de Salazar) Futbol'un, kulüpler arasındaki karşılaşmalarının skor dışındaki gri alanına yoğunlaşıldığında, kendini ya da otoritesi için kitlelerde meşruiyet arayanlar...

CHP'nin Üye ve Delegelerini Düşkün mü Sanıyorsunuz?

Bu yazı, CHP üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesi çok yakından ilgilendiriyor. Mutlaka okumanızı isterim. Bunun için de partide kayıtlı bulunan 45 bin kişiye özel olarak SMS aracılığı ile gönderdiğimi baştan söyleyeyim. Bir çok gazete, haber sitesi başta olmak üzere bir çok mecrada yayınlanıyor. Ayrıca kendi kişisel imkanlarımla diğer kanallardan da okunması için Türkiye çapında paylaşıyorum. Konumuz özelde delegelik genelde ise siyaset kurumunu, düşürüldüğü düzeyden kurtarma, aslında itibarını koruma ve iade etme arayışı aynı zamanda. Siyaset, işinde gücünde, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan herkesin de yaşamını her alanda direkt etkilediğinden, kimse bu konu beni ilgilendirmiyor diyemez. Bu giriş ile birlikte hemen CHP de delege olmayan, yazılmayan, yazılamayanları kutluyorum. En azından isteyip de yazılmadılarsa da, kendilerinin bir talebi ve çabası olmadıysa ve bilerek ve isteyerek 'bu orta oyununun figüranı olmam' diyerek kenarda duranla...

Kılıçdaroğlu'nun Zihnindeki Yük!

Bazı anlar vardır; zihninizdeki soru, bir dağı sırtlayıp kilometrelerce öteye taşımaktan daha ağır gelir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu böyle ağır bir yük taşımıyor! Çünkü aşağıda aktaracağım açıklaması ile zihinlere taktığı sorular, kendilerini değersizleştirmiş olanların sadakatini satın aldıklarından oluşturan, cahil Belediye Başkanlarına işaret ediyor. Çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklı, zayıflık patolojisi içindeki başkanlar, övgüleri gerçek sanıp içselleştirerek her türlü hataya açık olabilir. Aralarında Adana'nın da bulunduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Muğla, Mersin gibi nüfusun ve milli gelirin neredeyse yarısına yakınını temsil eden 11 Büyük Şehir Belediyesi kendi atadığı Başkanların yönetimindeyken 'Belediyeleri rant dağıtım merkezi olmaktan çıkarmalıyız' diyen sayın Kılıçdaroğlu neden böyle bir açıklama yaptı? Bu açıklamayı yapmadan önce partili belediye başkanlarına özel olarak bunları söylediğini düşünmemiz gerek; çünkü kamuoy...